Birinci Dünya Savaşını bizim açımızdan yenilgiyle sona erdiren 30 Ekim 1918’ de imzalanan Mondros Silah bırakışması daha sonra dayatılacak Sevr için emperyalist cepheyi cesaretlendirecek hükümler içeriyordu.
Mondros Silah bırakışmasına ilişkin metinden, emperyalist bağlaşıkların Osmanlı’nın 30 Ekim 1918 tarihi itibariyle elinde kalan toprak parçasında bile egemenliğini sürdürmesine izin vermeyecekleri anlaşılmaktadır.
1918- 1922 arası İstanbul hükümetleri yenilgiyi kabullenmişlerdir. Milli direnişi hayallerinden bile geçirmeyen bir teslimiyet psikolojisi içinde, emperyalist cephenin öncüsü İngiltere’ den merhamet ve icazet bekleyen acınası bir durumdadırlar.
Vahdettin’ in aciz Bab-ı Ali hükümetlerini adeta teslim alan, uyuşturan zehirli mütareke atmosferinin sardığı İstanbul’ un silkinişin, direnişin, kurtuluşun merkezi olamayacağı anlaşıldığında Anadolu harekete geçer. Mustafa Kemal Paşa’ nın İstanbul’ dan ayrılıp 19 Mayıs 1919’ da Anadolu’ ya ayak basışının nedeni de budur.
23 Temmuz 1919 Erzurum, 4 Eylül 1919 Sivas’la gelişerek devam eden kongreler süreciyle gelişen milli direniş, Son Osmanlı Meclisinin 16 Mart 1920’ de İngilizlerce basılması sonrasında, 23 Nisan 1920’ de Ankara’da toplanan TBMM ile meşrulaşır, hukuksal temel kazanır ve nitelik değiştirir.
Mustafa Kemal Paşa’ nın kongreler sürecinde önderlik ettiği Milli Mücadeledeki sıfatı Heyet-i Temsiliye Reisi’dir. 23 Nisan 1920’de TBMM’ nin yasama ve yürütme faaliyetine başlamasıyla Mustafa Kemal artık milletin vekillerince, yani TBMM tarafından oybirliği ile seçilen Reis Paşa’ dır!
Ortada iki hükümet, iki otorite vardır. Birincisi milletin nazarında gerek orfi, gerek dini açıdan ulaşılmaz bir yücelikteki Osmanlı Sultanının tayin ettiği, payitahtta hükümet eden Bab-ı Ali, diğeri milletin gerçek temsilcilerinden oluşan millici, ihtilalci Ankara Hükümeti.
Devletin taşra örgütünün mülki hiyerarşisindeki valiler, mutasarrıflar, kaymakamlar kimin sözünü dinleyecekler, kolordu komutanları hangi merkezden emir alacaklardır? Doğal olan, devlet merkezi İstanbul’da padişahın tayin ettiği sadrazamın başında bulunduğu Bab-ı Ali hükümetlerinin Anadolu’ya mülki ve askeri anlamda sözünü geçirmesidir. Harbiye Nezareti ( Savaş Bakanlığı ) yanında, Erkan-ı Harbiye Reisliğinin ( Genel Kurmay Başkanlığı ) İstanbul’ da olduğu düşünüldüğünde askeri hiyerarşi açısından durumun ne kadar zor olduğu anlaşılacaktır.
Kongreler sürecinden itibaren yaşanan bu ikilem iç isyanlara, kafa karışıklığına, ciddi tereddütlere yol açar. Erzurum Kongresi’nden başlayarak milli inisiyatifin mülki ve askeri açıdan ağırlık kazanmasında Mustafa Kemal’ in eşsiz dehasının payı büyüktür. Kongrelerle gelişen milli direnç 23 Nisan 1920’ de TBMM’ nin faaliyete geçmesiyle meşru önderliğini bulur. Mülki ve askeri otorite’ nin, yüzyılların alışkanlığıyla halk nezdinde yüceliği ve meşruiyeti tartışılmayan, sorgulanması akıldan bile geçirilmeyen İstanbul yerine Ankara’ ya bağlanması hayranlık uyandırıcı stratejik bir başarıdır.
1919 – 1922 dönemi mütareke İstanbul’unun hükümetleri sık sık değişir, biri gider biri gelir. Hepsi de işgalci denetiminde olmasına karşın, Damat Ferit’in sadaret mührünü taşıdığı dönem hükümetleri bu gün de utançla, tiksintiyle anılmaktadır. Damat Ferit işgal altındaki bir ülkede hükümet etmenin ezikliğinin değil, emperyalistlerin gönüllü uşaklığının, ülkenin onurunu ayaklar altına alan sömürgenlerin postallarını yalamanın, ülkesine ve ulusuna aşağılık ihanetin simgesi olarak anılmaktadır.
Damat Ferit hükümetlerinin Şeyhül İslamları da İslam’ ı, emperyalistlerin sömürü çarkına dayanak yapmak, işgali meşrulaştırmak, Milli Mücadeleyi engellemek, Türk milletinin bilincini köreltmek amacıyla yorumlamışlar, bu doğrultuda fetvalar oluşturmuşlardır. İslam, Damat Ferit’ in Hoca efendilerince milli direncin manevi kaynağı olmaktan çıkarılarak İngiliz işgalini kutsamanın dayanağı yapılmıştır. Sömürgeci İngiltere, halka İslam’ ın koruyucusu, Halifenin ve Hilafetin samimi müttefiki olarak takdim edilmiştir!
1919 – 1922 dönemi mütareke hükümetlerinde 3 kez Şeyhül İslam olan Mustafa Sabri Efendi, İngiliz himayesini ve mandacılığı savunan İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Teal-i İslam Cemiyeti gibi Milli Mücadele karşıtı oluşumların da kurucularındadır. Ermeni Tehciri’nde ihmali bulunduğu gerekçesiyle işgalcilerin baskısıyla yargılanan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’ in idam kararına verdiği fetva sonrası Vahdettin’ in onamasıyla infaz gerçekleşir. 11 Nisan 1920’ de, başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere mili direnişin bazı önderleri hakkında ölüm fetvası kaleme aldı. Dönemin Şeyhül İslam’ ı Dürrizade Abdullah tarafından imzalanan fetvadan kısa bir alıntı yapalım: “Padişah’ ın aksi emrine rağmen istilacılara karşı direnişe geçen milliyetçilerin öldürülmeleri caiz olmakla kalmayıp hatta her Müslüman’ın görevidir. Bu uğurda ölenler şehit, kalanlar gazi sayılır.”
Milli Mücadele’ nin zaferle sona erdiği günlerde bir İngiliz gemisiyle Mısır’ a kaçtı. Hilafetin kaldırılması üzerine Mustafa Kemal Paşa’ nın tavrını kahpelik ve hayasızlık, Türk milletini Müslüman barbarlar olarak niteledi. Ankara Hükümeti’nin Musul üzerinde hak iddia etmesinin gülünç olduğunu yazdı.
Mustafa Sabri ve Dürrizade Abdullah’ ın, İslam’ ı işgalcilerin çıkarları doğrultusunda yorumlayarak sömürüyü ve esareti meşrulaştırıp, ehveni şer olarak yansıtmasına karşılık Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ nin kurucularından Ankara Müftüsü Börekçizade Rıfat Efendi öncülüğünde hazırlanan, Milli Mücadeleyi destekleyen karşı fetva, Anadolu’daki bazı müftülerce ve TBMM’ deki ilmiyeden milletvekillerince de imzalandı. Bunun üzerine TBMM’ nin açılışının ertesi günü, 24 Nisan 1920’ de Padişah iradesiyle işten el çektirildiyse de Milli Hükümet tarafından görevinde tutuldu. Kuvayı Milliye adı altında çıkarılan fitne ve fesadın hazırlayıcısı ve teşvikçilerinden olduğu iddiasıyla İstanbul I. Örfi Divan-ı Harbi tarafından ölüme mahkum edildi! Kurtuluştan sonra, 31 Mart 1924’ te tayin edildiği Diyanet Reisliği’ ni 5 Mart 1941’ de ölümüne kadar sürdürdü.
Mütareke İstanbul’ u ile Ankara arasındaki fetvalar yarışında İngiliz’e kapılanmış hoca efendilerin ılımlı İslam’ı değil, Anadolu Türklüğünün antiemperyalist tavrının manevi dayanağı olan, halkın içselleştirip milli dokusuyla bütünleştirdiği İslam belirleyici oldu.
Geçen yüzyılda Britanya Krallığına kapılanmış hoca efendiler kaybetmiş, Börekçizade Rıfat Efendiler, Mehmet Akif Ersoylar, onur savaşı veren yoksul ama inançlı Türk ulusu kazanmıştı. Kurtuluştan sonra ülkeden kaçan Yüzellilikler arasında mütareke hükümetlerinin fetvacı hoca efendileri de vardı. ABD’ ye, AB’ ye kapılanan günümüzün hoca efendileri, manevi mirasçısı oldukları Mustafa Sabrilerin, Dürrizade Abdullahların intikam günlerinin geldiği inancıyla rövanşa hazırlanıyorlar.
Silkinişin, onurlu kalkışmanın mayasından, dünyaya kafa tutan direncin tortularından arındırıp, mütareke İstanbul’unun teslimiyetçiliğini, sinikliğini yerleştirmek istedikleri Ankara’nın üstünde epeydir Mustafa Sabrilerin, Dürrizadelerin, Sait Mollaların uğursuz ruhları dolaşıyor.
Atatürk, Milli Mücadele şehitleri, Börekçizade Rıfat Efendiler, Mehmet Akif Ersoylar, Türk milletini, bıraktıkları onurlu mirası korumaya, Damat Ferit’ in, Mustafa Sabri’ nin ardıllarınca tamamen düşürülmek üzere olan, Anadolu şahlanışının, milli direncin Ankara’ sını savunmaya çağırıyorlar.
Hüseyin Özbek
Avukat, İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi
18 Ekim 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder