Evliya Çelebi’nin muhteşem eseri Seyahatname, insanı zaman zaman şaşırtan, yaşadığı dönemle ilgili tanık olduğu olaylar, gezdikleri yörelerle ilgili anlatımlarıyla tarih araştırmacıları için eşi benzeri az bulunur dev bir kaynaktır. Bu kaynağı okur ve incelerken ihtiyatlı olunması gerektiği hususunda hemen hemen bütün tarihçiler birleşmektedir.
Örneğin, 1611-1682 yılları arasında yaşamış olan Evliya Çelebi'nin, yazdıkları, başka kaynaklarca doğrulanmamış ise, kuşku ile karşılanmalıdır düşüncesini ifade eden tarihçilerimizden birisi de M. Cavid Baysun’dur. MEB tarafından basılan İslam Ansiklopedisi'nde, ilgili madde içinde, M. Cavid Baysun, bakın Seyyahımızı nasıl değerlendiriyor: “Anlattıklarına ekseriya fevkalade şeyler katmak itiyadı” olan, “sergüzeşte meyli kadar muhayyilesi de kuvvetli olan” bir kişidir Evliya Çelebi. “Seyahatnamedeki malumata inanmakta bir az ihtiyatlı davranmak lazım”dır. “İttihaz ettiği usulün izahında, 'aynülyakin hasıl ettiğim şeyleri tahrir ederim' diyen müellif, anlattıklarının çoğunu bizzat görmüş ise de, geri kalan bir kısmını, hiç şüphesiz, ya bir yerde okumuş veya bir kimseden işitmiştir”... “Seyahatnamedeki tarihi malumatın eski ve orta çağlar ile müellifin idrak etmediği devirlere dair olan kısımları kaynak sayılamaz. Kendi zamanı hakkında söylediklerine gelince, bu zamanda geçmiş belli-başlı vak'aları, hemen daima, müşahit sıfatı ile anlatmak itiyadında bulunan ve bunlardan bazılarına aklın kabul etmeyeceği şeyler karıştıran Evliya Çelebi'ye bu sahada da körü-körüne itimat caiz olmadığından, anlattıklarını daima diğer kaynaklar ile sıkı bir surette kontrol etmek mecburiyetindeyiz”...
Baysun'un Evliya Çelebi hakkındaki hükümleri genel olarak tarihçilerin paylaştığı görüşlerdir: “Mübalağa ve uydurmalarına rağmen, kıymetini inkar edemediğimiz bu mühim şahsiyet ile seyahatnamesi hakkında, gerek bizde ve gerek yabancı memleketlerde, birbirine gayet zıt hükümler ileri sürülmüştür”... “Evliya Çelebi'yi pek iyi anlayan ve ondaki doğru ile yanlışı pek güzel ayırt eden J. Deny, henüz tam manası ile tetkik edilmiş olmaktan uzak bulunan Seyahatname'nin, mübalağa ve yalanlarına rağmen, mütenevvi ve bol bilgileri muhtevi kıymetli bir kaynak olduğunu söylemekten çekinmemiştir”...
Bu tespiti baştan yapalım ki, ilerleyen bölümlerde karşılaşacağımız bazı uyarı ve itirazlarımızın tarihçilerin Evliya Çelebi hakkındaki gözlem ve uyarılarını doğruladığını anlamakta sorun yaşamayalım, şaşırmayalım.
Defalarca Yalova’dan geçmiş ve eserinin birçok yerinde Yalova’dan bahsetmiş olan Seyyahımızın yazdıklarını incelememize neden olan ise, Yalova’nın fethi ile ilgili anlatımlarının uzun yıllar Yalova’da gerçekmiş gibi algılanmasının getirdiği bir yanlışlığı düzeltmek ihtiyacından kaynaklanmıştır. İncelemeye daldıkça, bu düzeltme ihtiyacından öte çok renkli anlatımlar ve eldeki somut bilgilerle düzeltilmesi gereken başka noktalar da karşımıza çıktı.
Bu yanlış hükümlerin yayılmasına ise, Evliya Çelebi’den yapılmış bir seçme çalışmasının, haksız yere, kaynaklık ettiğini gördük. İyi niyetli yapılmış bir çalışma, zahmetsiz yerel tarih çalışmaları yapan bazı arkadaşlarımızın kırılması kolay olmayan sabit fikirler edinmelerine neden olmuştu. Çok sayıda yerel tarih çalışmasında karşımıza çıkan bu yanlışlıklara kaynaklık teşkil eden eseri inceleyelim öncelikle: Nihal Atsız tarafından “Seçmeler” şeklinde bugünkü Türkçe’ye aktarılan Seyahatname’nin kendisine bakalım. Gerek Yalova’da, gerekse komşu il İzmit’te hep benzer aktarmalardan, özellikle Hersek Köyümüzle ilgili sözleri, tekrarlanıyordu. Doğrusu ne idi peki?
İlk kez 1640 yılında İstanbul’dan kara yolu ile İzmit’e gelen ve İzmit’ten de Hersek’e yola çıkan Evliya Çelebi’nin, Nihal Atsız tarafından bugünkü Türkçe’ye sadeleştirilerek aktarılmış “Seçmeler”inden okuyalım:
“Oradan yine gemiye binip denizin karşı tarafında 3 mil mesafedeki ‘Baş İskele’ye geldik. Oradan da yine gemiye binip 30 milde durak olan Dil İskelesi’ne geldim ki karşı tarafındaki Gebze Dili, Üsküdar tarafındadır. Bu ise hakikatte Hersekoğlu tarafından denizin içine girmiş bir dil gibidir.
“Rivayet olunur ki Orhan Gazi çağında dünyayı dolaşan bir derviş buradaki gemicilere gelip: ‘Oğullar! Beni karşı tarafa geçirin’ der. Onlar da geçirmeyip giderler. O derviş hemen eteğine toprak doldurur. ‘Biz karşıya Ulu Tanrı’nın emriyle böyle geçeriz’ diye eteğinden toprağı denize döktükçe deniz kara olur. Böylece geminin ardınca yürür, gider. Gemiciler bu hali görünce: ‘Aman sultanım! Boğazı doldurup ekmeğimize engel olma, İstanbul’dan İzmit’e gemiler geçmez olur. Lütfet, burası gemimize gerek’ diye rica ederler. O da 12.000 adım kadar denizde gidip doldurduktan sonra gemiye girer. Hala onun için Dil derler bir sivri kumsal burundur. Derviş Hazretleri de karşı yöne geçince kerametlerini açığa vurduğu için ruhunu Tanrı’ya teslim eder. Gebze Dil İskelesi yakınında ‘Dil Baba Dede’ adı ile gömülüdür.
“Bu Hersek Dili burnunda büyük bir han vardır. Gidip gelene açık olup herkes misafir olarak karşı taraftan kayıkların gelmesini bekler. Burayı Fatih’in veziri Hersekoğlu Ahmed Paşa yaptırdığından Hersek Dili derler. Böyle bir burundur. Sonra bu Dil’den yelken açıp Kara Yalova Kalesi’ne vardık.
“Kara Yalova Kalesi: Kale ve şehir tekfür yapısıdır. Buraları Osman Gazi’nin buyruğu ile ‘Kara Yalavacoğlu’ fethettiğinden ‘Kara Yalova’ derler. Fethetmede güçlük çekildiğinden kalesi yıkılmıştır. Lakin temelleri görünmektedir.
“Yıldırım Han zamanında Bursa Sancağı hükmünde yazılmıştır. 150 akçalık kazadır. Yeniçeri Serdarı ve Subaşısı vardır. Şehrin bütünü 700 evdir. 7 camisi, 1 hamamı, 3 hanı, 40-50 dükkanı vardır. Fakat burası deniz kıyısında havası ağır, sıtma yuvası, yoğurtlu, mamur bir kasabadır. Her türlü yemişleri güzeldir. Buradan arabalara binip kıble yönüne 5 saatte meşhur ılıcaya vardık. 200 den fazla çadır vardı. Biz de çadırımızı kurup sohbete başladık. Ilıcasının suyu çok sıcaktır. Soğuk su katılırsa mutedil olur. Gayet faydalı ılıcadır. Her yıl kiraz mevsiminde bu dağlar, bu ılıcanın hatırı için birer safa yeri olur. Burada bir hafta zevk ve safa ettikten sonra yine arabalara binip 5 saatte Samanlı Kalesi’ne vardık.
Samanlı Kalesi: Burası da Osman Gazi çağında ‘Samanlıoğlu’ adındaki savaşçı tarafından fethedildiğinden ‘Samanlı’ derler. Tanrı emriyle samanı dahi çok olur. Deniz kıyısında harap kalesi vardır. 150 evli, bağlı bahçeli mamur bir kasabadır. 1 camisi, 3 mescidi, birkaç dükkanı vardır. Nahiyesi Yalova’dır. Bunun da havası ağırdır.”[1]
Seyyahımız, Yalova’dan yine tekne ile hareket ederek Adalar üzerinden İstanbul’a varır.
Seyahatname, Atsız’ın “Seçmeler”i olmasa, uzun yıllar, bugünkü Türkçe’de eksikliği hissedilen bir eserdir. Ama, Atsız da, yaptığı çalışmada bazı detayları ya bilerek atlamış veya kendince ilgili bir kısım anlatımları yorumlayarak, yan yana getirerek, hareket etmiş olmalı ki, eserin tamamını taradığımızda şaşırtıcı farklılıklar karşımıza çıkmaktadır.
Buna rağmen, Nihal Atsız’ın çalışması, aşağıda da göreceğiniz gibi, Evliya’nın anlatımlarındaki tüm karmaşık unsurları ayıkladığımızda bizim de varacağımız bir sonucu ortaya koymasıyla, eşsiz bir tespiti yapmaktadır: İki önemli kale kalıntısı görmüştür Seyyahımız Yalova’da; biri Samanlı Kalesi, diğeri de Yalakabad Kalesi adıyla anlattığı Çoban Kale.
1996 yılında başlayan ve 2008’de tamamlanan bir yayın ile, Seyahatname, ilk kez tamamı, eksiksiz, mukayeseli bir metin neşri halinde gün yüzüne çıkmış ve on ciltlik devasa boyutu ile ilgilenen okuyucu kitlesinin dikkatine sunulmuştur. İlk cildini rahmetli Orhan Şaik Gökyay ele almıştı. Bu çalışma, Türk kültür tarihi için eşi az bulunur bir hazinedir; emeği geçenleri kutlamak gerekir. Şimdi, ilk cildi “Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdat 304 Yazmasının Transkripsiyonu-Dizini” alt başlığı ile yayınlanan ve farklı yerlerdeki yazımlarla da mukayese edilerek titiz bir çalışma ile yayınlanan bu eserden, Yalova ve köyleri ile ilgili anlatımları aktaralım:
Seyahatname’nin birinci kitabı tamamen İstanbul ve yakın çevresini ele almaktadır[2]. Bu kitapta Yalova’dan herhangi bir şekilde söz edilmez.
Evliya Çelebi, Seyahatname’nin ikinci kitabında Bursa’yı anlattığı bölümde, Osman Gazi’den bahisle, “yetmiş pare şehr feth etmişdir” diyerek fethettiği şehirleri sıralar ve Yalova’yı da bu şehirler arasında sayar: “feth-i Yalak-abad kal’ası”[3]. Biraz daha ileride, “Fütuhat-ı Orhan Gazi” bahsinde, burada söylediğinden farklı bir şey söyler ve “kal’ai Yalakabad”ın fethini Orhan Gazi zamanına işaretler[4]. Evliya Çelebi’de bu tür çelişkiler zaman zaman karşımıza çıkmaktadır; özellikle de kendinden önceki çağlara ilişkin açıklamalarında...
Yukarıda Atsız’ın Seçmeler’inden aktardığımız İznik seyahatinde yöremize ilişkin orijinal anlatımına bakalım: Evvela Dil İskelesi Menzili’nden bahseder:
“Menzil-i İskele-i Dil: Konya ve Haleb ve Şam ve Mısır’a giden huccac [u] zevi’l-ihtiyac tüccar ve züvvar cümle bu iskelede at kayıklarına süvar olup bir mil karşı tarafda Hersek diline ubur ederler. Zira bir boğazdır”[5]. Biraz daha ileride yine bu konuya döner seyyahımız:
“Menzil-i İskele-i Dil: Karşu tarafında gine Gekbiziye dili derler. Üsküdar tarafından amma bu dil Herseke tarafında hakikatü’l-hal derya içre girmiş bir dildir.
“Hikmet-i Huda sebeb-i hilkat-i dil: Bir gün bir seyyah-ı alem, Orhan Gazi asrında bu mahalle gelüp keştibanlara eydür ‘Oğullar beni karşu tarafa geçirin’ der. Gemiciler dervişi karşu geçürmeyüp giderler. Heman derviş-i dilriş-i alim u amil u arif-i billah eteğine toprak doldurup ‘Biz karşuya bi-emrillahi Te’ala böyle geçeriz’ deyü eteğinden türabı deryaya dökdükçe derya kara olup yürüyerek geminin ardı sıra yürür. Gemiciler bu hali görüp ‘Meded Sultanım boğazı doldurup ekmeğimize mani İslambol’dan İzmit’e gemiler geçmez olur. Lütf edüp gemimize girin’ deyü rica ederler. Anlar dahi on iki bin adım kadar deryayı dil gibi doldurdukdan sonra gemiye girerler. Hala anınçün dil derler, bir sivri kumsal burundur. Ve derviş hazretleri karşu canibe geçüp keşf [ü] keramet etdikleriyçün derhal ruh-ı paklerin canib-i Hakka teslim edüp Gekbiziye dili iskelesi hanı kurbunda Dil Baba Dede medfundur. Kuddise sırruhu.
“Ve bu merkum Hersek[e] dili kurbunda bir han-ı azim vardır, ayende vü revende anda mihman olup karşu tarafda kayıklar gelmeğe muntazır olurlar. Sene (---) tarihinde Hersekoğlu Ahmed Paşa, Ebü’l-feth veziridir. Ol han anların binası olmağıla Hersek dili derler bir burundur. Ba’dehu bu dilden badban-ı keşti açup elli milde,[6]
“Evsaf-ı Menzil-i kal’a-i Kara Yalova: Kal’ası ve şehri tekür kral kızı (---) (---) nam bir krale binasıdır. Sene tarihinde Osman Gazi fermanıyla Kara Yalvac oğlu feth etmeğile Yal[o]va derler. Feth etmede usret çekmeğile kal’ası münhedim olup ba’zı yerlerde eser-i esasları nümayandır. Zaman-ı Yıldırım Han’da Bursa sancağı hükmünde tahrir olmuşdur. Yüz elli akçe kazadır ve yeniçeri serdar ve subaşısı vardır. Şehri cümle yedi yüz evdir, serapa kiremit örtülü bağlı ve bağçeli ma’mur hane-i fukaralardır. Ve yedi mihrabdır, çarşu içinde bir minareli ve kiremit örtülü cema’at-i kesireye malik cami’dir. (---) (---) binasıdır. Bir hammamı ve üç hanı ve kırk elli dükkanı var. Leb-i deryadadır, amma ab [u] hevası sakil, istemekanı (?), yoğurdlu, bir kasaba-i ma’murdur. Ve meyve-i guna-gunu gayet memduhdur. Bu kasabayı seyr ü temaşa edüp anda arabalara süvar olup kıble canibine 5 sa’at gidüp,” dedikten sonra Termal kaplıcalarını anlatır:
“Menzil-i Germ-ab-ı cihan-nüma: Bir hali kühistan içre asla güneş te’sir etmez bir hıyaban-ı küyahdır kim her tarafında birer kuşe ibadethane külbe-i ahzanları vardır. İki yüzden mütecaviz haymeler var. Biz dahi hayme-i müzeyyen, kuşda kurup sohbete başladık. Mukaddema {tahrir olunan} Dil içmesi’nde müshil su içenler elbette bunda germ-ab ılıcalarına gelüp tahsil-i mizac ederler, bir kuh-ı bala içre ılıcalardır. Yanko b. Madyan zamanı bina olunmuşdur.
“Sebeb-i bina-yı germ-ab: Yanko kızı Aline nam zimmiyye maraz-ı cerebe mübtela olup kaş kirpik dökülüp çar-darb mutarraş ışığa dönüp cüzzam ve miskin olur. Ahir cemi’i hukema-yı kudema bu duhtere ilac etmede aciz olup ahir tebdil-i heva içün ol kızı İslambol’dan bu dağlara bırağırlar. Ol kız dahi bu kuh-i bülendler içre serseri gezerken bu ılıca suyuna rast gelüp andan nuş eder. Bir kaç günde cerebleri kara kara yanup söner. Kıza ma’lum olur kim ol suda hassa vardır deyüp her gün sudan nuş edüp suya girüp kırk günde vücudu dürr-i beyza döner. Babası Yanko’dan ademler gelüp kızı bu halde görünce İslambol’da Yanko’ya müjde edüp kızı görmeğe bu cay-ı şifaya gelüp kızını gördükde hamd-i Huda edüp bu germ-ab üzre altı aded kubbe-i azimler bina edüp niçe asar-ı hayratlar inşa eder. Hala iki kubbesi zahirdir. Bir kubbe içre havz-ı azimi vardır. Suyu gayet ıssıdır. Amma ma-i barid halt edüp mu’tedil olur. Gayet nafi’ ılıcadır. Her sene kiraz mevsiminde bu dağlar beni Adem ile bu ılıcalar hatırıyçün ma’mur olur. Safagah mahaldir. Bunda kamil bir hafta zevk u sefa edüp yine arabalara süvar olup 5 sa’atde,
“Evsaf-ı kal’a-i Samanlı: Sene (---) tarihinde Osman Gazi fethidir, be-dest-i Samanlıoğlu. Anınçün Samanlı derler. Bi-emrillah saman dahi çok olur. Leb-i deryada kal’asın harab edüp ancak yüz elli haneli bağlı ve bağçeli ma’mur kasabadır. Bir cami’i ve üç mescidi ve bir kaç esvak-ı muhtasarı vardır. Yalova nahiyesidir. Bunun dahi hevası sakildir”[7].
Evliya Çelebi, İzmit gezisinden önce gittiği Bursa gezisinden dönüşte de Mudanya’dan tekne ile açılır ve yakalandığı fırtınadan dolayı yol alamayarak Bozburun ve Armutlu sahillerine gelir. Seyyahımızdan okuyalım:
“Evsaf-ı menzil-i dağ-ı derun
iskele-i bi-eman Bozburun
“Zaman-ı kadimde ma’mur ve bender iskele imiş, bir bi-eman girdab-ı bi-bad burunda vakı’ olmağıla cemi’i ayende vü revende keştiler elbette girdab gamına düşüp beş on gün ve bir iki ay yatup meta’ı çürümüş tüccar ve sevdager ve keştiban ta’ifeleri bed-du’a ide ide bu iskele harab olup iskele başında bir han ve bir kaç müsafirhane ve bir cami-i muhtasarı var ve birkaç bakkal ve ekmekçi ve bozacı dükkanları var, gayrı asar yokdur. Lakin canib-i erba’asında bağ ve bostanları çokdur. Ve iskele başındaki cami’in der-i divarlarının ruyında şikayetname-i misafirinden bir nokta tahrir edecek yer kalmamışdır. Zira her gemi bu girdaba düşmeyince halas olmak mümkün değildir. Elsine-i muhtelife üzre hatt-ı güna-gun ve hüsn-i hatlar seyr eylemek isteyen girdab-ı Bozburun’a varup hatları ve dünya kaç bucakdır ol mahbes-i liman-ı belayı seyr eylesin. Ruy-ı divarda bu gune niçe bin şi’ir ebyatlar vardır: Beyt:
“Ah elinden Bozburun feryad elinden Bozburun
“Bekleye bekleye seni kalmadı ağız burun
“Şi’ir:
“Ey belalı Bozburun feryad elinden ah dad
(---) (---) (---) (---) (---).
“Bunun emsali niçe yüz bin bi’l-bedahe güfte-i hasb-i hal şi’irler var kim adem gülmeden hayran olur. Hakir dahi iki gün bekleyüp ahir on beş zarif ve nazif ve harif bir yire cem olup silahlarımız kemerlerimize bend kılup def-i gam içün canib-i şarka bağ u bağçeler içre güna-gun abdar emrudlar tenavül ederek piyadece üç bin adım gidüp
Evsaf-ı nahiye-i kasaba-i Armudlu
“(---) nahiyesidir. Na’ib oturur ve subaşısı Bursa beği tarafındandır. Kasabası bir düz sahrada bağlı ve bağçeli ve dağı taşı emrud şecerleri ile müzeyyen bir rabta-i ma’murdur. Anınçün Armudlu derler. Cümle üç yüz hane-i ma’murları serapa kiremit ile mesturdır. Bir cami’i ve bir hammamı ve üç mesacidi ve bir hanı ve on aded dükkanı vardır. Ve ab [u ] hevası gayet latifdir. Bir gice mihman olup ale’s-sabah keştibanlar haber edüp ale’l-acele sahil-i bahre gelüp yine keştiye süvar olup hamd-i Huda sehl inbat rüzgarı esüp hamd-i Huda Bozburun girdabından halas olup cümle keştiler badbanların küşade kılup Katırlı nam dağın dibinde Bababurnu nam mahalde Baba Sultan ruhuna Fatiha tilavet ederek elli mil deryaya çıkup”[8]...
Evliya Çelebi, Hersek, Yalova ve Armutlu ile ilgili bu ilk gözlemlerini yaptıktan sonra, Hicri 1058 (tahminen 1648) yılında yaptığı Hac yolculuğu sırasında gördüğü ve geçtiği yerleri anlatırken tekrar Hersek’ten bahseder. İlk anlatımındaki sadeliğe taban tabana zıt bir kasaba tanımı yapar bu sefer ve şaşırtır:
“Der-sitayiş-i kasaba-i Hersek: Sene 861 tarihinde Ebü’l-feth Sultan Mehemmed Han Gazi Bosna diyarında Hersek kralının tahtı olan Bolagay kal’asın muhasara edüp fethinde usret çekerken içerden kralın oğlu kemend ile kal’adan taşra nüzul edüp Ebü’l-feth huzurunda İslam ile müşerref olup kal’anın fethi mümkin olan yerlerin gösterüp biemrillah kal’a feth olup mal-ı ganayimiyle ol kal’ayı müselman olan Hersek Kralı zadesi Ahmed Beğ’e ber-vech-i sancak ihsan edüp ol taraflarda yetmiş altı pare babasından kalmış kal’aları feth edüp bilad-ı İslamiyeye zamime olunduğu makbul-ı şehriyari olup mezkur Ahmed Beğ’e Bosna eyaleti ihsan olunup andan vezir-i alişan olduğu mahallerde gaza malından bu Hersek kasabası yeri bir mahsuldar arz-ı haliye olup memerr-i nas-ı huccac-ı zevi’l-ihtiyac olmağıla Hersekoğlu Ahmed Paşa bu cay-ı latife yedi yüz hane re’aya meks etdirüp cemi’i tekalifden mu’af [u] müsellem olmağiçün ellerine hatt-ı şerifler verüp ahali-i belde ve ayende ve revendeye ibadethane olmak içün bir minareli ve vasi’ haremli ve canib-i erba’ası kıbabları sütunlar üzre araste iki kubbe-i ali ile piraste ve mihrab ve minber-i müniri ber tarz-ı kadim bir müzeyyen cami’-i azim bina eder ve bir mescid ve bir medrese ve bir mekteb ve bir tekye ve iki han ve bir hammam ve bir imaret-i darü’l-it’am bina edüp hala cemi’i ayende vü revende müsafirin ü mücavirinleri mihmansarayda meks edüp mihmandarlar karbansarayın her ocağına bir sini ta’am çobra ve adem başına birer nan-pare ve şem-i revgan getirirler ve her at ve deve başına birer tobra şa’ir getirüp mihmandarlar hizmet ederler, evkaf-ı azimdir. Ve cümle yetmiş aded dükkandır. Ve cümle sonradan ihdas beş aded hanlardır kim cümle binaları kiremitlidir amma Hersekoğlu Ahmed Paşa’nın bu kasaba içre cümle cami ve imaretleri kurşumlu bina-yı azimlerdir. Anınçün Hersek kasabası derler. Lakin ab [u] hevası sakildir, serçe ısıtma dutar. Cümle halkı asfaru’l-levn Etrak ademleridir, amma ankalardır. Zira gayet kar [u] kisb yeridir. Şehri bir kumsal düz yere vakı’ olmuşdur. Andan canib-i kıbleye 7 sa’atde,
“Menzil-i karye-i Derbend: Bu dahi Yalova kazası hududunda yüz hanlı ve bir cami’li ve iki hanlı ma’mur u abadan mu’af [u] müsellem-i Müslim ve kefere ile müzeyyen köydür, amma gayet derbend-i bender yerdir.
“Yalak-abad kal’asından biri Kırkgeçit derelerin kırk kerre geçenler kulağız olup yolları tathir etmeğe me’mur re’ayalardır, amma gayet ma’mur olıcak yerlerdir kim sayf u şitada Kırkgeçit derelerinde ve Yalakabad kal’ası derelerinde asla ve kat’a haramiler eksik değildir kim kemingah-ı haramiyandır ve her bar emin değildir, bi-eman yerdir.”[9]
Daha önce de bahsetmiştik: Evliya Çelebi’nin yazdıklarında, tanığı olmadığı kendinden önceki dönemlerle ilgili söyledikleri, eğer başka kaynaklarca doğrulanmıyorsa, dikkate alınmamalıdır. Burada Hersek’le ilgili anlatılanlarda 700 hane olduğuna dair ibare de, başka kaynaklarca (örneğin tahrir defterleri) doğrulanmamaktadır.
Evliya Çelebi’nin yazdıklarında bir karışıklık mı var? Rakamların birbirine yakınlığı dikkate alınırsa, Hersek ve Yalova ile ilgili bilgiler birbirine mi karıştırıldı. Bu karışıklıkta, acaba, seyyahımızın bu anlatımları yöreden geçtikten çok sonra kaleme almasının etkisi olmuş mudur? Bu soruların cevapları belki de bulunamayacak, ama araştırılması gereken konular olarak önümüzde durmaktadır.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı'nın 20 numaralı yayını olarak neşredilen, hicri 937, miladi 1530 yılına ait “438 Numaralı Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu Defteri”nin “Bolu, Kastamonu, Kengırı ve Koca-ili Livaları”nı işleyen ikinci cildinde karşımıza çıkan tablo farklıdır (Defteri-i Hakani Dizisi: I, Ankara 1994). 810.ncu sayfada karşımıza çıkan icmali önce olduğu gibi aktaralım:
Vakf-ı İmaret-i Ahmed Paşa der Dil
Karye-i Dil Tabi-m. (Yalakabad)
Hanei Müselleman 13
Hanei Gebran 29
Mücerred 10
Hademei İmaret 11
Hasıl 5256
Şimdi bugünkü Türkçe ile sadeleştirerek yazılanları ifade edelim:
Dil'deki Ahmed Paşa Vakfı'nın İmareti. (Yalakabad kazası'nın) Dil Köyü’ne bağlı. Müslüman hane sayısı 13, Müslüman olmayan (Hıristiyan) hane sayısı 29, bekar 10, İmaret görevlisi 11 kişi. Geliri 5256 akçe.
Osmanlı döneminde tutulan kayıtlarda hane sayısı esas alınmakta, ama bekarlar ayrıca kişi olarak kayda geçmektedir. Yukarıdaki aktardığımız kayıta göre, 1530 yılında, Hersek'te 13'ü Müslüman, 29'u gayri-Müslim olmak üzere toplam 42 aile oturmaktadır. Bunlara ilaveten 10 bekar ve 11 kişi de vakıfın imaret görevlisi olarak bulunmaktadır. Dönemin şartlarına göre, 5256 akçe ile geliri de oldukça yüksektir. Yine anlıyoruz ki, Hersek Yalova kazasının bir köyüdür ve il olarak da Kocaeli'ne bağlıdır.
Aktardığımız bu belge, Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sindeki ifadeleri çürütmektedir. Kurulduğu zaman bu yerleşim 700 hane olsa idi, 1530 tarihli tahrir defterlerinde bu ortaya çıkardı. Hersekzade Ahmed Paşa'nın, buradaki camiyi 1508 yılında yaptırdığını, 1511 yılında vakıf senedini düzenlediğini ve 1517 yılında da vefat ettiğini unutmayalım.
Evliya Çelebi, dördüncü kitabının başında yine yöremizden bir köyden, Tavşanlı’dan bahseder:
“Menzil-i karye-i Tavşanlı: Anadolu eyaletinde Kocaili sancağında İslambol Boğazhisarı kullarının iki yüz haneli bağlı ve bağçeli ve bir cami’li ze’ametleri köyüdür kim cümle halkı müslimlerdir. Andan yine canib-i şarka nısfu’l-leylde alem-i ağyardan bi-haber iken 13 sa’at gidüp”[10] İzmit’e ulaşır.
Yeri gelmişken belirtelim: İlimizde Samanlı köyü, en eski Türk yerleşimidir. Tavşanlı da, tamamen Türk olan eski yerleşimlerden biridir. Evliya Çelebi de, kendisinden yaklaşık iki yüz yıl sonra bölgemizi gezecek ve gözlemlerini yazacak olan Halil Abbasizade gibi, yöremizle ilgili anlatımlarında öncelikle Türk ve Müslüman yerleşimler üzerinde durmaktadır. Hıristiyan köylerle ilgili, genel olarak, bilgi vermemektedir.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin beşinci kitabında, Hicri 1069 tarihinde celali isyanları ile uğraşan Osmanlıların Anadolu’da yaşadıklarını anlatırken yine yöremizden bahseder. İzmit’ten 5 saatte gidilen “Menzil-i Topyeri”[11], herhalde bizim Topçular mevkiimizdir. İznik’ten bölgemize dönüş yolunda “Kirazlı Köyü”nden söz eder. Daha önce yazdığı için, değinerek ama yönleri şaşırarak “Menzil-i kasaba-i Hersek”ten ve “Yalova kasabası”ndan bahisle, bizi ilgilendiren bir başka yöremizi anlatmaya başlar:
“Evsaf-ı kal’a-i Kara Kilise
“Banisi Kostantin kızı Ralina’nındır. Sene 726 tarihinde Bursa fethinden mukaddem bu kal’ayı Osman Han-ı Evvel Rum keferesi elinden feth etdi, be-dest-i Karamürsel Beğ. Feth ederken usret çekilüp ba’de’l-feth kal’a ca-be-ca münhedim edüp, hala eser-i binaları zahir ve bahirdir, amma leb-i deryada olmak ile bir sa’b hisar-ı metin imiş. Hala içinde Rum kefereleri sakindir. Zaman-ı kadimde Aya Niko nam bir deyr-i azimi olmağile hala Kara Kilise derler. Bağı ve bağçesi ve üzümü ve cevizi meşhurdur.”[12]
Evliya Çelebi’nin Kara Kilise’si, Çiftlikköy sahilindeki Kara Kilise’dir. 17. yüzyılda buranın hala bir Rum yerleşim yeri olduğunu anlıyoruz.
Seyahatname’nin altıncı cildinde[13] tamamen Balkanlar ve Doğu Avrupa’dan bahsedilir. Balkanlar ve Kafkasları anlattığı yedinci ciltte de, oldukça dağınık bir anlatımla, “Ziyaret-i Yatı Beğ ibn Ertuğrul Bay, andan ziyaret-i Gündüz Bay ibn Ertuğrul Bay” ara başlığı içinde yine Yalakabad kalesinden bahsederek, “Ba’dehu Ertuğrul Bursa tekruruyla Yalakabad kal’ası üzre ceng-i azim ederlerken bi-emri Huda Ertuğrul şehid olup hala Söğüd nam bir kasabada Ertuğrul medfundur. Heman Sultan Alaeddin tuğ u sancağ u bayrakları küçük Osmancığ’a verüp boy beği eder” der[14]. Aynı ifade daha sonra da tekrarlanır[15]. Bu ifadenin de doğruluğu kuşkuludur ve kendi yazdıkları ile de çelişmektedir.
Seyahatname’nin, büyük ölçüde Balkanlar ve Trakya bölgesini ele aldığı sekizinci cildinde[16] de Yalova bahsi geçmez.
Dokuzuncu ciltte, ki Evliya Çelebi’nin Ege Adaları, Akdeniz kıyıları ve Mısır üzerinden Kutsal Topraklara yaptığı Hac yolculuğunu anlatır, bu seyahati sırasında bir kez daha geçtiği yol üzerinde bulunması nedeniyle, Yalova’dan bahis edilir. Şimdi bu kısmı birlikte okuyalım:
“Menzil-i kasaba-i Dil Herseği: Ebü’l-feth Sultan Mehemmed Han asrında Vezir Ahmed Paşa bina etmeğile Hersek ismiyle müsemma bir kasaba-i ra’nadır. Bin elli sekizde Dil İskelesi ve bu kasaba mevsufdur. Lakin hanedan sahiblerinden Hasodabaşı Sefer Ağa Hatem-i Tay ve Cafer-i Bermeki ta’amı mebzul seba sahibi ademdir. Andan canib-i kıbleye Kırk Geçit nam derbend-i calender içre kırk kerre Yalak deresin geçüp can-ı azizden bi-zar olarak,
“Evsaf-ı kal’a-i Yalakabad: Sene (---) tarihinde Rum keferesi destinden dest-i kahr ile bizzat Sultan Orhan ibn Osman Han fethidir, ma’a Kara Mürsel Beğ ve ecdadımız Ya’kub Ece Beğ. Bir vasi’ dere içre canib-i erba’ası havaleli çarkuşe Şeddadi sengin-bünyad kal’a Şeddadi binadır. İçinde ahali-i vilayet koyunları kışlar, çoban yatağı ve harami durağı ve tüccar duzağı yerdir. Etrak ta’ifesi bu kal’aya Yalak deresi derler.”[17]
Buradan devam ederek “Menzil-i karye-i Derbend” ve “Karye-i Çığalı” üzerinden İznik’e gider seyyahımız ve güzergahı anlatmaya devam eder. Ama, bir soru işareti de bu anlatımdan doğar: Yalakabad Kalesi diye bahsedilen kale, bizim bildiğimiz Çoban Kale’dir. Peki diğer anlatımlarında bahsettiği kale neresidir? Dikkat edilirse, Samanlı Köyü yakınlarında Samanlı Kalesi diye adlandırdığı bir kale kalıntısından bahsetmektedir. Bu son yer göstermesi dikkate alınırsa, Yalova Kalesi bildiğimiz Çoban Kale olmalı.
Onuncu ciltte seyyahımız Mısır ve çevresini anlatmaktadır. Ama, Evliya Çelebi’nin önceki kitaplarında da alışkanlık haline getirmiş olduğu bir huyu burada da karşımıza çıkmakta ve ara bölümlerden birinde yine Osmanlıların tarihine değinerek Yalova(Yalakabad)’dan bahsetmektedir. El yazmalarının Yıldız nüshasının sonunda bulunan fihristte de, bu nedenle, Yalakabad bahsi yer almaktadır. Önce fihristte geçen şekliyle ne dendiğine bakalım: “15 varakda, devlet-i Yunaniyan ve devlet- Batalise. Ve yigirmi üçüncü fasıl: devlet-i al-i Osman’ın tulu [u] zuhurun bildirir. Evvela cedd-i al-i Osman Ertuğrul Han ve al-i Zulkadriyye ve al-i Ramazaniyye ve al-i Danişmendiyye ve Kastamoni’de al-i (---) ve Amasiyye’de al-i Ferhad ve Kütahiyye’de al-i Germiyan ve Engürü’de al-i Sübhan ve Sarhan’da al-i Sarhaniyan ve İmad elinde İmad Bay ve Sunkur elinde al-i Sunkur Bay ve Keskin elinde al-i Keskin Bay ve Teke elinde al-i Teke Bay ve Hamid elinde Hem-it Bay ve Menteşe elinde Menteş Bay ve Aydın elinde Aydın Bay ve Larende elinde al-i Karaman Bay ve Yalakabad’da Ertuğrul Bay. Ve bu mezkur devlet esmaları cümle Sultan Ala’üddin’in boybeğleri idi” [18].
Gel de şaşırma: Ertuğrul Gazi ve Yalova! Altıncı ciltte de aynı anlatım karşımıza çıkmıştı, burada daha da iddialı bir söylemle Ertuğrul Gazi’yi Yalova’nın fatihi ve sahibi olarak tanımlamaktadır.
Okuyucunun sabrını taşırmak da istemem ama, merak edilmeyecek bir konu da değil. Bu nedenle, fihristten metnin içine geçelim ve Evliya Çelebi’nin konuyu nasıl anlattığını aktaralım. Ama, daha da fazla uzatmamak için, konuya nereden girdiğinin öneminin olmadığını, dikkatli okunduğunda zaten anlaşılmaktadır, bizi ilgilendiren bölümünü aktaracağımızı da bildirelim:
“… Ertuğrul Beğ bir beyaz liva-i Muhammedi kaldırup cümle (---) bu kadar er Tatarın ensesine gelüp bir kemingahdan sada-yı Allah Allah’a reha buldurup satur-ı Muhammedi koyunca Tatar’ın içine ateş-i Muhammedi düşüp kararları firara mübeddel olup al-i Selçuk taze can bulup Tatardan bir han-ı can halas olmayup Sultan Ala’eddin mansur [u] muzaffer Konya’ya gelüp Ertuğrul’a hil’at-ı fahireler ihsan edüp sağ kol beğliği verüp Bursa tekuru üzre serdar edüp Bursa’nın canib-i erba’asında Bilecik ve Ilıbat ve Eynegöl ve Yalakabad, bu makule yerlerden Ertuğrul ol kadar mal-ı ganayim ile cümle Rum askerin muğtenim etdi. Ala’eddin dahi günden güne Ertuğrul’un i’anetiyle azimü’ş-şan padişah oldu. Elkab-ı Padişahide Selçukıyana selatin dediler.
“Ol asırda Üskidar’a varınca küffar baş göstermeğe kadir değildi. Zira Sultan Ala’eddin’in cemi-i zir-i hükmünde yetmiş tabl [u] alem sahibi mirlivası askeri var idi… ve Yalakabad’da Ertuğrul Bay”[19] .
Anlayacağınız, Seyyahımıza göre, Yalova’da Sultan Alaaddin’in uç beyi olarak Ertuğrul Gazi bulunmakta ve zaten burayı da egemenlik altına alan kişi de o. Seyyahımız tarihle masal yazımını yine birbirine karıştırmış, daha önce yazdıklarıyla da ciddi çelişkiye düşmüş. Ama olsun, Evliya Çelebi yine de zevkle okunuyor…
Bizim için kıymetli olan, Evliya Çelebi’nin önceki çağlarda olan olaylara yaptığı yakıştırmalar, tarih üzerine anlatımları değil, gezdiği yerlerle ilgili kendi gözlemleridir. Bu gözlemlerle, Dil İskelesi, Hersek Köyü, Dil İskelesi’nden İznik’e giden yol, Dil İskelesi’nden Batı istikametinde giden ve Yalova yakınlarında Güney istikametinde kıvrılarak Pazarköy (Orhangazi) üzerinden İznik veya Gemlik’e bağlanan ikinci kervan yolu, Kara Kilise yöresi, bir kısım köyler hakkında verdiği bilgiler, Çoban Kale (Yalakabad/Yalova Kalesi) ve Samanlı Kalesi üzerine anlatımları, Termal, Armutlu, Bozburun vs. yörelerle ilgili söyledikleri öne çıkmaktadır.
Evliya Çelebi’nin özellikle kaleler ile ilgili sözlerini nasıl doğrulayabiliriz? Yapılacak iş, arkeolojik çalışmalar ile, Samanlı Kalesi diye anlatılan kalenin yerini tespit ve temel kalıntılarını bulmaktır. Erken dönem Osmanlı kroniklerinde karşımıza çıkan anlatımlar, özellikle Emir Bey’in kuşattığı kale anlatımı, Yalova kasaba merkezinin dışında bir “karakol kalesi” olduğu gerçeğini düşündürtmektedir. Şunu çok iyi bilmekteyiz ki, Yalova ve yöresi, Bizans dönemi de Osmanlı döneminde de kırsal yerleşim yeridir ve burada dişe dokunur bir şehir, kasaba söz konusu olmamıştır. Yalova, daha ziyade, İstanbul’u Anadolu’ya bağlayan iki önemli yoldan birisinin üzerinde yer alması nedeniyle tarihsel olaylarda öne çıkmaktadır. Zaten, ilimiz sınırları içinde yer alan Çoban Kale de, Elmalık Köyündeki kale kalıntısı da, daha çok, ulaşım yollarını ve Bizans’ın merkezini Selçuklu akınlarından korumayı amaçlayan birer karakol kalesidirler. Doğu Marmara’da aynı tarihsel dönemde yapılmış ve aynı işleve sahip, benzer sayısız kale vardır. Seyyahımızın çok ilginç bir şekilde Yalakabad Kalesi diye adlandırdığı Çoban Kale’nin yapımının 1071 sonrasına, Türk akıncılarının Anadolu’yu hızla fethettiği tarihi sürece denk düştüğünü biliyoruz. Yeterli tarihi belgeye, kayıta sahip olunmadığı için, Seyyahımızın isimlendirmesiyle Samanlı Kalesi hakkındaki bilgi eksikliklerimizi, yanı sıra Elmalık Kalesini de, arkeolojik çalışmalar tamamlayacaktır.
Bütün bu bilgiler ışığında, karakol kalelerinin fethi geç bir tarihte tamamlanmış olsa dahi, Yalova yöresinin Osmanlı’ların kontrolüne geçtiği ve fethin gerçekleştiği tarih olarak, 27 Temmuz 1302 Çoban Kale Muharebesini ifade etmemiz gerektiğini bir kez daha tekrarlamakta fayda vardır. Bütün bilgilerimizi yan yana koyduğumuzda, kasaba merkezi bir kale içinde yer almıyorsa, ki öyle olduğu anlaşılmaktadır, Yalova için fetih bu savaşla gerçekleşmiş demektir. Karakol kalelerinin düşürülmesi ve zapt edilmesi ise, fethin sağlamlaşması ve tamamlanması anlamına gelmektedir.
Son söz olarak tekrar ifade edelim: Evliya Çelebi’nin özetlediğimiz anlatımları, Onyedinci Yüzyıl Yalova’sı hakkında başka hiçbir kaynakta bulamayacağımız bir zenginlik sunmaktadır, tabii, yine de, ihtiyatlı ele alınmak şartıyla…
Arif Ekim
4 Kasım 2008
[1] Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Seçmeler I, düzenleyen Hüseyin Nihal Atsız, MEB yayınları, 3. baskı, Ankara 2001, s. 152-154.
[2] Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Evliya Çelebi b. Derviş Mehemmed Zılli, I. Kitap, Hazırlayan: Orhan Şaik Gökyay, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1996.
[3] Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Evliya Çelebi b. Derviş Mehemmed Zılli, II. Kitap, Hazırlayanlar Zekeriya Kurşun, Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı, Yapı Kredi Yayınları, 1999 İstanbul, s. 10.
[4] Age, s. 24.
[5] Age, s. 38.
[6] Age, s. 40.
[7] Age, s. 41.
[8] Age, s. 36.
[9] Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Evliya Çelebi b. Derviş Mehemmed Zılli, III. Kitap, Hazırlayanlar: Seyit Ali Kahraman- Yücel Dağlı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999, s. 7.
[10] Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Evliya Çelebi b. Derviş Mehemmed Zılli, IV. Kitap, Hazırlayanlar: Yücel Dağlı- Seyit Ali Kahraman, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2001, s. 9.
[11] Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Evliya Çelebi b. Derviş Mehemmed Zılli, V. Kitap, Hazırlayanlar: Yücel Dağlı- Seyit Ali Kahraman- İbrahim Sezgin, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2001, s. 141.
[12] Age, s. 143.
[13] Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Evliya Çelebi b. Derviş Mehemmed Zılli, VI. Kitap, Hazırlayanlar: Seyit Ali Kahraman- Yücel Dağlı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2001.
[14] Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Evliya Çelebi b. Derviş Mehemmed Zılli, VII Kitap, Hazırlayanlar: Yücel Dağlı, Seyit Ali Kahraman, Robert Dankoff, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2003, s. 239.
[15] Age, s. 273.
[16] Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Evliya Çelebi b. Derviş Mehemmed Zılli, VIII. Kitap, Hazırlayanlar: S.A. Kahraman, Y. Dağlı, R. Dankoff, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2003.
[17] Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Evliya Çelebi b. Derviş Mehemmed Zılli, IX. Kitap, Hazırlayanlar: Y. Dağlı, S.A. Kahraman, R. Dankoff, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005, s. 8.
[18] Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Evliya Çelebi b. Derviş Mehemmed Zılli, X. Kitap, Hazırlayanlar: S. A. Kahraman, Y. Dağlı, R. Dankoff, Yapı Kredi Y. Dağlı, R. Dankoff, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2007, s. 2. Her ne kadar baskıda tarih 2007 deniyorsa da, bu cildin piyasaya sürülmesi 2008 yılı içinde gerçekleşmiştir.
[19] Age, s. 55.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder