Türkiye’de köşe yazısı yazmanın çok az keyifli yönü var. Hele de iktidar yaltakçılığı yapmadan veya herhangi bir basın grubunun korosunda değilseniz, devamlı sorun yazmak durumunda kalıyorsunuz ve size düşman, sizden haz etmeyen insanların sayısı sürekli artıyor. İşin bir de sıkıcı, insanı bezdiren yanı var: Bir zaman sonra aynı şeyleri yazıp durduğunuz için, hiçbir şeyin değişmediği hissine kapılıyorsunuz. ‘Ben bunu geçen sene yazmamış mıydım, daha geçen ay bundan acı acı şikâyet etmemiş miydim’ diye, sık sık düşünüyorsunuz. Hatta sık sık, ‘bu sefer de şu benim geçen baharki yazıyı gönderivereyim, aynı şey yine olmuş’ diye geçiyor içinizden. Hrant’ın öldürülmesinden sonra, BirGün’de tekrar yayınlanan eski yazılarını takip ettiniz mi? Bu makalelerin ne kadar taze, ne kadar güncel olduğuna dikkat ettiniz mi? Sanki Hrant ölmemiş de, bugün yazıyor gibiydi. Bence Türkiye’de köşe yazısı yazmanın keyifsizliği, yazarın işte bu “değişmiyor”, “her şey hâlâ eski tas, eski hamam” duygusuna kapılınmasından. Bence ülkemizde bulunan gazete okuru sayısındaki küçük rakamlarda da, bu “umutsuzluğun” katkısı büyük. Okuyucu neden gazete alsın veya internetten girip okusun ki, bildiğimiz yerleşik sorunlar ve bu sorunlara önerilen, duymaktan bıktığımız sözde çözümler, tarafları belli yazarlar tarafından, temcit pilavı gibi yeniden ısıtılıp önlerine konuluyor.
Ama kırk yılda bir, bir şey oluyor. Bakıyorsunuz ki, “eski çamlar bardak olma” yolunda! İşte son günlerde Taraf’ın başına gelen, istemeye istemeye itildikleri köşe bu. Taraf’taki sevgili arkadaşlarımız, ummadıkları bir süratle Başbakan’ın ve AKP’nin kimin başbakanı olduğunu ve hangi tarafta durduğunu keşfetmek, hatta basmak zorunda kaldılar. Ne hoş, umarım devam ederler. Bugünlerde Taraf’ın tarafı olmak biraz riskli görünüyor tabii, ama açık olmakta yarar var: Taraf, “Ergenekon” davasının bayraktarlığını yapmakla ve orduya karşı eleştirileri ile, Türk demokrasisine hizmet etmiştir. Bir ordunun, ülkenin günlük politikasının bu kadar içinde olması demokrasilerde görülmüş şey değildir, bu durum o ülkenin insan haklarına ve hukuka saygılı bir demokrasi olmasına manidir. Hele hele darbeyle ülkenin işlerine el koymaları, bütün bu ülkelerde yıllar süren depolitizasyon getirir ki; Türkiye’nin başına bu, hem de birkaç kez gelmiştir. Taraf’ın yaptığı hata, bu demokrasi mücadelesinde AKP’den medet ummaktır. Umarım ‘taraf olacağız’ diye, yanlış ata oynadıklarını görmüşlerdir. Ordu, AKP el ele, insan hakları, demokrasi, hukuk devleti, hak getire…Buradan çok yazdım, AKP’den bu konularda medet umanların sonu hüsrandır diye. ‘AKP’ye dil, destek olmayın; güvenleri artar, size ihtiyaç duymadıklarını düşünürlerse ilk karşılarına alacakları arasında, kendinizi bulursunuz’ diye. Bunların sebebi basit, hem de çok basit. AKP demokrasi, insan hakları, hukuk devleti falan istemiyor, sadece iktidar istiyor. Bunun için de, sizinle de ittifak yapar , orduyla da ve daha kim gerekirse onunla da…Yeter ki iktidarda kalabilsinler, rant kapıları kapanmasın.
Hazır, ezber bozan durumlara değinirken, bir de son ekonomik(!) krizle aklıma geliveren bir iki soruyu da sizlerle paylaşayım: Adına ekonomik, global kriz diyorlar ama bu aslında bir düzen krizi değil mi? Hani bu kapitalist sistem, kendi kendini ayarlayabiliyordu? Yapılacak en kötü şey, devletin piyasalara müdahalesiydi? Milyonlarca işçiyi işinden eden özelleştirme, devletin elini özel sektörden çekmesi olarak bizlere, zorla kabul ettirilmemiş miydi? Bu hükümet Meclis’teki büyük çoğunluğu ile “Sosyal Güvensizlik” tasarısını geçirirken, “geleceğimizi güvenceye” almıyor muydu? Ülkenin, fakirin, fukaranın durumlarını düşünmüyorlar mıydı? Şimdi bu sistem krizi karşısında; sistemin gerek iç gerek dış müdafilerinin çözüm önerilerine ne buyurulur? Gel de, Chávez’in Bush’a “yoldaş” diye hitab etmesine kıs kıs gülme! Ya Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Maliye Bakanı’nın çözüm önerisine ne buyurulur? “Paralarınızı Türkiye’ye getiririn, en yüksek faizi veriririz, bu paraları da nasıl kazandığınızı sormayız” son zamanlarda duyduğunuz, en “Ahlaksız Teklif” değil mi? Ekonominin inceliklerine çoğumuzun kafası basmıyor ama bir de şunu soruvereyim: “ABD ve Avrupa kapitalist sistemleri ekonomik kriz içindeyken, dolar ve avro baskı altındayken, bu iki para birimi karşısında TL’nin değer kaybetmesi”, bizim ekonomik sistemimiz hakkında ne diyor? Hani AKP döneminde, biz ekonomik krizlere karşı “teflon” ekonomisine dönmüştük? Hani TL, güvenilir bir limandı?
Solun bütün dünyada ve Türkiye’de yükselme zamanı. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından beri, hepimize yutturulan “Kapitalizm, haklı olarak Sosyalizmi yendi” palavrasının ipliği pazara çıktı. Solun, Türkiye’de de geçmiş hatalarından ders almış olarak, sahneye çıkma zamanı gelmedi mi?
Kürşad Kahramanoğlu
22 Ekim 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder