30 Aralık 2008 Salı

Kemálsiz Kemalizm

Kemálsiz Kemalizm


-Yağmur Atsız-


Bunun yerine ‘Demokratsız Demokrasi’ de denilebilir ama tam cuk oturmaz. Zîrá demokrasi olduğumuz da şübheli...

Bakınız, bugün AB Komisyonu tarafından kaleme alınan ‘Türkiye İçin 2008 Yılı İlerleme Raporu’ yayınlanıyor. Ama metnin muhtevásı haftalardır belli. Ne diyecekler? Aşağı yukarı 2007 Raporu’nda ne dedilerse yine onu söyleyecekler. Bázı konularda hafif tertib ilerleme sağlanmışdır ama yeterli değildir, yazacaklar. Bázı konularda ise doğru dürüst hiçbir ilerleme sağlanamamışdır, bu gidiş iyi gidiş değil, yazacaklar. Sonra sádece yasa yürürlüğe koymanın yeterli olmadığını, aslolanın UYGULAMA olduğunu yine bilmem kaçıncı kez vurgulayacaklar. Muhtemelen de Türkiye’nin stratejik önemine, yáni benim tábirimle ‘özgül ağırlığı’na iş’arda bulunacaklar.

Bu bana eski bir konuşmayı hatırlatıyor:

1983 yáhut 84 Yılı, Almanya’da çok bunaldığım bir sıra Paris’e firár ederek sükûnet aramışdım. 12 Eylül Faşizmi’nin ortalığı kasıp kavurduğu günler. Hakkımda ‘gizli’ tutuklama emri. Türkiye’ye giremiyorum. Yazı yayınlamam yasaklanmış falan filan. Bir akşam bir yurddaşımla, sanki pek lázımmış gibi buluşup sohbet ederken ‘12 Eylül’ün olumlu tarafları da yok değil.’ demesin mi? Beynimden vurulmuşa dönüp tek bir örnek vermesini istedim. Düşündü, düşündü ‘Bak, THY iç hat seferlerinde sigara içimini yasakladılar.’ cevábını (!) verince kendimi tutamayıp ‘Ulan, sigara yasağı koymak için darbe-i hükûmet mi yapılır, Teres?’ diye huysuzlandığımı hatırlıyorum.

Burada da aynı şey. Türkiye’nin ‘stratejik önemi’ne gönderme yapmak için rapora ne gerek var? ‘Coğráfî konumu dolayısıyla stratejik önemi yüksekdir. Ama bunun ötesinde beş para etmez bir rejimdir.’ der geçersiniz.

Aslında yıllardır, lákin bu gazetede şu sütun bana emánet edildiğinden bu yana da en aşağı dört beş keredir hep ileri sürdüğüm tez, yáhut tesbîtim şudur:

Türkiye Cumhûriyeti; adlî, mülkî, ilmî ve maalesef bütün aksi iddialara rağmen askerî müesseseleriyle çağın gerisine düşmüş bir devlet. ‘Daha dünki viláyetlerimiz!’ kasıntısıyla küçümsediğimiz bütün ülkeler, güneydeki Arablarla Balkanlar’daki Arnavutluk ve Kosova háriç bizi sollayıp sollayıp geride bırakdılar.

Kendilerine ‘Kemalist’ yaftasını münásib görmüş bulunan üniformalı ve üniformasız ‘Kapıkulu Oligarkları’ Türkiye’nin çağdaş dünyá ile bütünleşmek üzere elindeki TEK İMKÁN olan ‘AB Tam Üyeliği’ projesini akaamete uğratmak için her şeyi, ama her şeyi yapmaya hazırlar. Bu emellerine ulaşmak için kendi öz evládları ve torunlarının bedduásını almaya bile rázılar. Çünki AB gelirse kendilerine yol görüneceğini çok iyi biliyorlar.

AK Parti’nin AB konusunda yaklaşık 18 aydır ipe un sermesinin ardındaki gerçek sebeb de bence budur. Baskılara dayanacak gücü, yüzde 47 oy oranına rağmen kendinde bulamıyor. Başbakan Erdoğan’ın kendi grubuna tam hákimiyeti konusunda da bázı tereddüdlerim var. Belki yanılıyorumdur ama şu ‘Başörtüsü Trajikomedyası’nı başka türlü îzah bana zor geliyor. Başbakan Erdoğan ve yakın çevresi, kendileri için siyáseten tek hayatda kalma yolunun ‘AB Şatosu’ içine yerleşmek ve o şatoya giden yegáne yolun da ‘demokratikleşmek ve saydamlaşmak’ olduğunu herhalde en az benim kadar biliyorlardır. ‘Şato’ yüksek ve ferah, bir ufku deniz gören bir tepe üzerinde ama oraya varan yol ormanlık ve bataklık...

‘Kemalistler’in en büyük korkularından biri, kendi yaratdıkları abus çehreli, lánet ve itici, ama o háliyle hiç várolmamış bir ‘Atatürk Putu’nun devrilmesi. Varlıklarını ancak o putun gölgesine sığınarak sürdürebileceklerini müdrikler. Filmi görmedim. İyi mi kötü mü bilmiyorum. Fakat Can Dündar’ın lanse etdiği, kendi iddiasınca ‘insan Atatürk’den böylesine ödlerinin patlaması da işte bu yüzden!

Tasavvur buyrulsun ki bir Bay Baykal çıkıp ‘Atatürk yalnız bir adam değildi.’ demek fütursuzluğunda bulunabiliyor. 20. Yüzyıl’ın tur farkıyla En Yalnız Türkü için bunu söyleyebilmek emînim ki ya eşi menendi bulunmayan bir cehálet ya da derin bir foyalar meydana çıkacak korkusuyla kaabildir. Bana inanmıyorsanız Fálih Rıfkı Bey’in ‘Çankaya’sını okuyun! İnsan biraz utanır! Ölümünden 70 sene sonra hálá mektublarını fellik fellik milletinden saklıyorlar!

Bağlayacak olursak Türkiye Cumhûriyeti bir ‘Riyá İmparatorluğu’dur. Gerek kuruluş şeması ve gerekse terminolojisi bakımından George Orwell’in o ünlü romanı ‘1984’ ile irkiltici benzerlikler göstermekdedir. Bu kábusdan kurtulmanın tek yolu olan demokratikleşme, saydamlık ve hukuk devleti düzeni ise ancak, henüz tam teşekkül edememiş bulunan, bir geniş, bir kitlesel bağdaşma ile mümkindir. Yoksa biz 2023 Yılı’nda da yine AB Komisyonu İlerleme Raporu’ndan cımbızla ‘olumlu nokta’ aramaya devám ederiz.

Tabii 2023’e kadar hálá bir Türkiye Cumhûriyeti kalırsa...

Yağmur Atsız

5 Kasım 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder