18 Ağustos 2009 Salı

yaşasın türk ve kürt kardeşliği

Bıji bıratiya turk u kürda
17 Ağustos 2009 Pazartesi, 00:25 AÇIK GÖRÜŞ

Bıji bıratiya turk u kürda yaşasın türk ve kürt kardeşliği

Metin Heper’in Devlet ve Kürtler kitabına, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ Kürt sorunun çözümüne değindiği konuşmasında atıfta bulunmuştu. Heper’in temel tezi, Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir zaman sistematik olarak Kürt halkına yönelik asimilasyon politikası gütmediği şeklinde özetlenebilir. Heper, Açık Görüş için kaleme aldığı yazısında, “nihayet sorunun çözümü için karalı adımlar atılıyor” diyor ve ekliyor: Zaten hiçbir zaman hasım olmadık

METİN HEPER

Prof. Dr. Bilkent Üniversitesi

1920’lerin başından bugüne kadar zaman zaman alenen ‘Kürt sorunu’, bu ülkeye çok pahalıya mal olmuş ve birçok vatandaşımızın kaybına ve geride kalanların derin acılara gark olmalarına yol açmıştır. Şimdi artık bu meselenin çözümlenmesi için, önemli ve kararlı adımların atılmasına başlanmıştır. Çözüm sürecinin iki boyutu vardır. Birincisi, bu süreçte kimler, hangi kurumlar rol oynayacaklar ve nasıl bir üslup takip edilecektir? Cumhurbaşkanımız, bazı bakanları ve danışmanları ile Başbakanımız, Genelkurmay Başkanımız, üniversite, medya ve düşün hayatımızın diğer bazı mensupları konu ile ilgili görüşlerini ifade etmektedirler. Hükümet de çözümün ana hatlarını tespit amacıyla bir arama - danışma faaliyet yürütmektedir. Diğer taraftan da, devlet, siyaset ve toplum katlarında uygun bir psikolojik ortamın hazırlanması çabaları sürmektedir. Bu husus ile ilgili aşılması gereken bir durum, Parlamentoda grubu bulunan iki önemli muhalefet partisinden birinin bir günden diğerine konuya bakış açısının değiştiği izlenimi vermesi, diğerinin ise konuya hayli olumsuz yaklaşmasıdır. Umulur ki kısa zamanda bu durum değişir ve sorunun gerektirdiği konsensüse en azından Parlamento düzeyinde varılır.

Çözüm için kritik evre

Sorunun çözümlenmesi sürecinin ikinci boyutu, hangi ‘açılım’ların yapılacağıdır. Değişik düzeylerde çeşitli öneriler sunulmakta, bu önerilerden hangilerinin öne çıktığı saptanmaya çalışılmakta, hem tek tek öneriler hem de en çok üzerinde durulan öneriler çerçevesinde tartışmalar devam etmektedir. Önerilerin isabeti, söz konusu önerilerin arkasında yatan varsayımların doğruluğuna ve adı geçen önerilen hangi dinamikleri harekete geçireceğinin doğru olarak tahmin edilebilmesine bağlıdır. Bu yazıda, şimdiye kadar yapılmış önerilerin arka planındaki varsayımlar ve yapılmış bazı temel önerileri irdeliyoruz.*

Söz konusu varsayımlar şöyle özetlenebilir: Türkiye Cumhuriyet etnik anlamıyla (soyu ve sopu bir olan) Türklerin devletidir, Türklerin dışındaki etnik unsurlar, Türk devleti tarafından ikinci sınıf vatandaşlar olarak algılanmıştır. Gerek bu nedenden dolayı gerekse “Türk devleti Kürtlere daima hasmane bir tavır takınmış olduğu için”, yani onların “asimile etmeye çalıştığı, etnik kimliklerini inkar ettiği, yaşadıkları bölgenin sosyo ekonomik bakımdan geri bıraktığı ve onlara kötü muameleyi reva gördüğü için”, Kürtler Türklere ve “onların devleti”ne karşı tavır almışlar ve deyinilen nedenlerle çeşitle defalar isyan etmiştir. Türkler ve “onların devleti” bu hatalarını kabul etmeli, Öcalan’ı, PKK’yı ve veya DTP’yi muhatap almalı, söz konusu kişi ve veya kurumlar ile durumu müzakere etmeli ve Kürtlere kültürel (kişisel) haklar yanında kolektif (grup) haklar (ana dilde eğitim ve çeşitli düzeylerde siyasi haklar) vermeli ve tüm bu haklar Anayasada da tescil edilmelidir.

Hiç hasım olmadık

Bu varsayım kümesi yalnızca ana hatları ile belirtilen çözüm önerilerine yol açmamakta aynı zamanda muhtemelen bazı Kürtlerin ve Türklerin birbirlerini hasım olarak görmelerine yol açmakta ve giderek Türkler arasında da husumet doğurmakta onların da birbirlerini giderek ‘vatan hainliği’ ile suçlamalarına sebep olmaktadır. Bu varsayımların isabetli olmadıklarını, bu nedenle de bunlar üzerine bina edilmiş çözüm önerilerinin sorunun halledilmesine yardımcı olamayacağını, aksine sorunu daha da çözümsüz hale getirebileceklerini düşünüyoruz.

Müşterek 600 yıllık tarihleri boyunca ve bugün, genel olarak Kürtler ve Türkler birbirlerine karşı yaygın bir husumet duygusu beslememişlerdir. Osmanlı döneminde devlet, Kürtler ve de Türkmenler dahil tüm etnik-dinsel unsurlara eşit mesafede durmuştur. Kürtler birkaç defa isyan etmişler, ancak bu isyanları Kürt etnik milliyetçiliği tetiklememiştir. Gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet dönemlerinde Kürt isyanlarının değişik dönemlerde farklı nedenleri, Batılılaşmanın, sekülerleşmenin,** yönetimin merkezileşmesinin aşiret beylerinin otoritelerini sarsması, ayrılıkçıların ideolojik gündemleri, Kürtlere zaman zaman kötü muamele edilmesi ve yabancı devletlerin tahrikleri olarak ortaya çıkmıştır.

Osmanlı’da Kürtler, özellikle II. Abdülhamid döneminde (1876-1909), devletin önemli mevkilerinde hizmet etmişlerdir. İstiklal Savaşı’nda Kürtler ve Türkler omuz omuza savaşmışlardır. Bu savaş sırasında, TBMM’nin, başkentin geçici olarak Kayseri’ye nakledilip nakledilmemesi konusunu ele aldığı oturumda Kürt Diyap Ağa kürsüye çıkmış ve “Efendiler biz buraya vatanı müdafaa etmeye ve gerekirse ölmeye geldik, kaçmaya değil” demiştir. 1990’ların sonlarına doğru, yani iki taraftan da binlerce insanın hayatını kaybettiği uzun yılların ardından Güneydoğu’da yapılan bir araştırmada halkın sadece yüzde 4’ü Kürtlere belli konularda özerklik verilmesinin uygun olduğunu düşünmüş, ayrı devlet olma konusu ise gündeme getirilmemiştir.

Türkiye Cumhuriyeti devleti etnik anlamıyla sadece Türklerin devleti olmamıştır. 1920’lerin başında Atatürk, Türklerin, Kürtlerin ve diğer etnik unsurların yüzyıllar boyunca kültürel bir alışveriş içinde olduğunu, artık aralarında paylaştıkları ideallerin, değerlerin ve tutumların paylaşmadıklarından daha fazla olduğunu, bu nedenle artık tüm bu etnik unsurların homojen bir millet oluşturduğunu belirtmiştir. ‘Türk milleti’ ibaresindeki ‘Türk’ sözcüğünü de bir sıfat (belli bir soya atıf) olarak değil bir isim (tüm etnik unsurların birlikte oluşturduğu millete atıf) olarak kullanmıştır. O yıllarda ve daha sonra gerek Atatürk gerekse İnönü’nün nazarında tüm etnik unsurlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit haklara sahip vatandaşları olarak görülmüşler, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını birincil kimlik, etnik kökenleri ise ikincil kimlik olarak düşünülmüştür.

İkincil kimlik tartışması

Türkiye Cumhuriyeti devleti, Kürtlerin Türkler ile aynı idealleri, değerleri ve tutumları büyük ölçüde paylaştıkları varsaydığı için Kürtleri asimile etmesi yahut onların kültürel ikincil kimliklerini inkâr etmesi için bir neden yoktu. Kürt kimliği 1930’ların sonları ve 1940’ların başlarında sadece bir grup ‘entelektüel’ tarafından inkâr edilmiş, ancak bu yaklaşım hiçbir zaman resmi devlet politikası olmamıştır. Devlet, sadece ve bir süre için Kürtlerin ikincil kimliğini bilinçli olarak göz ardı etmiştir.

Bunun da nedeni Kürt isyanları sırasında Kürtlerin ikincil kimliklerinin birincil kimliklere dönüşmesinden çekinilmiş olmasıdır. Böyle bir dönüşümün meydana gelme ihtimalinin zayıfladığı düşünüldüğündünde, bu tedbirlerin bazılarından, örneğin umumi müfettişliklerden, vazgeçilmiştir. Devletin esas amacı asimilasyon olsaydı, bu tedbirlerde sonuna kadar ısrar edilirdi. Devlet yüzyıllar boyunca kendiliğinden meydana gelmiş entegrasyonun bozulmasını önlemeye çalışmıştır; devlet entegre olmamış bir unsuru asimile etmeye çalışmamıştır.

Güneydoğu’nun sosyo-ekonomik bakımdan geri kalması da devletin resmi politikasının sonucu değildir. 1930’lardan bugüne bölgeye yaptığı yatırımlar nispi olarak diğer bölgelere yaptığı yatırımları çok defa katlamıştır. Bölgenin yine de geri kalması, özel sektörün bu bölgeye gereken ilgiyi göstermemiş olmasındandır. Bunun da nedeni bu bölgede gerekli alt yapının çok eksik kalmasıdır. Son yıllarda ise PKK terörü, bölgenin sosyo-ekonomik kalkınmasını baltalamıştır. Yukarıda zikredilen varsayımlar kümesinin bir boyutu isabetsiz değildir; devletin resmi politikası o çizgide olmamasına rağmen, özellikle yerel düzeyde Kürtlere çok kötü muamele edilmiştir.

Din ve etnisite müzakere edilemez

Doğru olmamalarına rağmen değinilen diğer boyutlar doğru kabul edilmiştir. Devlet haksız yere suçlanmış ve bazen üstlenerek bazen de farkında olunmayarak bazı Kürtler arasında devlete karşı gereksiz bir husumet yaratılmıştır. Böylece, adeta devletten hesap sorulma raddesine gelinmiştir. Bu durumun sonucu olarak, esas talep edilen yahut önerilen, “daha fazla demokrasi” olmuştur.

Burada gözden kaçırılan husus şudur: ideolojileştirilmeye veya dinileştirilmeye çalışılan demokrasiler gibi etnikleştirilmeye çalışılan demokrasiler de demokrasi olarak idame ettirilemezler. Çünkü demokrasi son tahlilde bir müzakere rejimidir. Oysa ideoloji de, din de ve etnisite de müzakere edilemez; bu konularda karşılıkla ödünler verilemez ve dolayısıyla konsensüse varılamaz. İdeolojik, dini ve etnik boyutlarda ciddi olarak parçalanmış ülkelerde demokrasinin yaşama şansı yoktur.

Bu konuyla yakında ilgili husus da şudur: ana dilde eğitim gibi kolektif (grup hakları) ve federasyon gibi siyasi haklar ikincil kimliklerin birincil kimliğe dönüşmesine, bir milletin içinden birden çok milletin ortaya çıkmasına yol açar. Oysa her devletin tek bir milleti olur.

Buraya kadar verilen izahatın dışında konu ile ilgili açılımların temel amacı ne olmalıdır ve ne olmamalıdır. Ve dolayısıyla hangi temel boyutlarda yeni açılımlar yapılmalıdır? Yeni açılımlar, ülkenin milli birliğini ve devletin toprak bütünlüğünü tehlikeye atmamalıdır ve Türkler ile Kürtlerin paylaştıkları idealleri, değerleri ve tutumları azaltmamalı, paylaşmadıklarını arttırmamalıdırlar.

Amaç, “kültürel çoğulculuk” değil, kültürel zenginlik olmalıdır. Birinci durumda örtüşmeyen ya da çok az örtüşen kültür örüntüleri olgusuna, ikinci durumda ise büyük ölçüde örtüşen kültür örüntüleri olgusuna rastlanır. Bu nedenle ana dilde eğitim gibi kolektif haklar çeşitli düzeylerde özerklik sağlayacak siyasi haklardan uzak durulmalıdır.

Yapılacak yeni açılımlar, dört temel amacı hedeflemektedir; 1) terörün tamamen son bulmasını sağlamak; 2) Kürtlere şimdiye kadar verilmemiş yeni kültürel haklar vermek, 3) süratle bölgenin sosyo-ekonomik bakımdan kalkınmasını sağlamak ve 4) Kürtleri kucaklamak, aksi tür davranışları muhakkak önlemek. Bundan sonraki açılımlar, bu 4 amacı gerçekleştirecek açılımlar olmalıdır.

* Bu makalede, “Kürt sözcüğü ile Kürt kökenli vatandaşlarımız kastetilmektedir. “Türk” sözcüğü de eş anlamda kullanılmaktadır.

** Laiklik din ile devlet işlerini ayrılması, sekülerizm ise kişinin dini kalıplar ile değil kendi muhakeme kabiliyetini kullanarak karar vermesi demektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder