30 Ocak 2009 Cuma

Kıvrıoğlu Neden Hedef?


Ergenekon Soruşturması içerisine pek çok yeni ismi alarak genişliyor. Özellikle 10. dalgada geçmiş dönemde yüksek rütbelerde görev almış emekli askerlerin gözaltına alınmasının ardından “benim de kapımı çalabilirler” diyen çok önemli bir isim var: “Emekli Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu”. 11. dalgası da gerçekleşen operasyonda Ergenekon’un 1 numarası olduğu söylenen isme hala ulaşılamadı. Ancak bazı medya kuruluşları 1 numaranın eski bir genelkurmay başkanı olduğu konusunda birleşmiş görünüyor. Kıvrıkoğlu’nun ismi bu noktada önem kazanıyor.

Kıvrıkoğlu’nun Genelkurmay Başkanlığı’ndaki icraatları bu açıklamalar ile beraber yeniden değerlendirilmeye başlandı. Bu dönemi değerlendiren önemli bir kaynak var. Kentuck Üniversitesi’nin ünlü Ortadoğu uzmanı Robert OlsonTurkey’s Relations with Iran, Syria, Israel and Russia, 1991-2000” isimli çalışmasının 138-143 sayfalarında Kıvrıkoğlu’nun Genelkurmay Başkanlığı döneminde yaşanan tartışmaları anlattı. Robert Olson, Çağdaş Ortadoğu Politikası, Osmanlı Tarihi, İslam Tarihi, Kürtler’in Etnik ve Siyasal Tarihi konusunda uzmanlığa sahip.

Robert Olson kitabında Kıvrıkoğlu ile Gülen cemaatinin Kıvrıkoğlu’nun görev süresi boyunca çatışma halinde olduğunu söylüyor. Olson’a göre çatışmanın görünür hale gelmesi 1999 yılında telekulak skandalı ile başladı. Bu skandal ile ortaya çıkan Fethullah Gülen’e ait videoda Fethullah Gülen devleti ele geçirmekten söz ediyordu. Bunun için adım adım hareket etmek gerektiğini anlatıyordu. Olson’un iddiasına göre; Fethullah Gülen aleyhinde dava açılmasına neden olan bu kasetler basına ordu üzerinden sızmıştı.

Olson, Fethullah Gülen’in ABD’ye gidişini de ordunun kendisine karşı dönmesine bağladı. Olson’un iddialarına göre ordunun Gülen karşıtı politikasını belirleyen isim ise Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu idi.

Olson’a göre Kıvrıkoğlu’nun olay videolardan sonra yaptığı açıklamalar sayesinde Nuh Mete Yüksel, Gülen aleyhinde dava açma konusunda kendini güvende hissetmişti. Kıvrıkoğlu’nun 30 Ağustos 2000’de yaptığı “ordudan Fethullah Gülen’e yakın isimleri temizlediklerine” dair açıklamalar, “devletin diğer kademelerinden de temizlenmesini talep etmesi” Yüksel’in dava sürecini hızlandırdı. Olson, Nuh Mete Yüksel’in açtığı davanın Kıvrıkoğlu’nun açıklamalarının bir gün sonrasına denk gelmesini buna örnek gösterdi.

Olson bunların dışında Kıvrıkoğlu’nun Gülen cemaati ile yaşadığı bir başka çatışmadan söz etti. Olson’a göre; Ecevit hükümetinin hazırladığı “irtica yanlısı memurların yargılanmadan memuriyetten atılmalarını sağlayan kararname” Kıvrıkoğlu’nun talebi ile gerçekleşti. Olson bu konuyu şu cümleler ile yorumladı: “Birçok kişi Kıvrıkoğlu’nun bu demecini (30 Ağustos 2000 demeci), sözkonusu meclis komisyonlarında böyle bir kanunu destekleyecek milletvekillerinin bulunması gerektiği ve bu milletvekillerinin bu komisyonlara getirilmesinin Ecevit hükümeti’nin görevi olduğu şeklinde yorumladılar.”

Olson’a göre iktidar partileri kendi tabanlarına rağmen Kıvrıkoğlu’nun talebini uyguladılar. Ancak Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e takıldılar. Sezer bu kararnameyi iki kez geri çevirdi ve Kıvrıkoğlu’nun cemaati devlet içerisinden kazıma talebi sonuçsuz kaldı.

Robert Olson’un kitabında anlattığı bu “yarım kalmış hesaplaşma” belki de bugün Kıvrıkoğlu’nun “kapımı çalabilirler” sözlerini açıklıyor.

Barış Terkoğlu

Odatv.com

Monşer İlter T. Şok Olmuş!..



Başbakan Erdoğan’ın, Davos’taki sert çıkışı Türk dış politikası camiasında şok etkisi yarattı.

Eski dışişleri bakanlarından Şükrü Sina Gürel, emekli büyükelçi İlter Türkmen ve emekli büyükelçi Özden Sanberk’in konuyla ilgili değerlendirmeleri şöyle:
GÜREL: Erdoğan’ın bu öfke krizi, son derece acemice. Bu tavır devlet adamlığına ve uluslararası politik davranışa sığmayan bir gösteri oldu. Erdoğan büyük bir tren kazası yaptı.
TÜRKMEN: Bu öfkeli tutumun çok yansımaları olacak, vahim bir durum. Ne olursa olsun iki ülke arasında sert rüzgarlar esecek. Erdoğan son zamanlarda fazla duygusal ve sinirliydi. Başbakan’ın en büyük hatası Hamas ile paralellik kurması.
SANBERK: Erdoğan haklı olduğu yerde haksız duruma düşürdü kendini. Erdoğan, tam bir dış politika gafı yapmıştır.


(Emekli büyükelçi İlter Türkmen'in babası olan Behçet Türkmen, Amerika'daki dostları ile yaptığı yazışmalardan sonra, Coca Cola'yı Türkiye'ye getirebileceğimizin işaretini verdi. Bu, benim için çok büyük bir fırsat ve imkândı.

İşin başında, Coca Cola üretimi için kurmuş olduğumuz limited şirketin % 95 hissesi, eniştem Tâlip Aksoy ile bana ait idi. Behçet Türkmen Paşa da, % 5'lik ortaklık payına sahipti. Bu arada, Tâlip'le bana ait olan hissenin % 35'ini kardeşim Kemal'e verdik. Daha sonra Tâlip, kalan hissesini de Kemal'e devredecekti.


1950'DE PEŞİNE DÜŞMÜŞTÜM
İZNİ, BEHÇET PAŞA KOPARDI

Coca Cola'nın Türkiye'de üretilmesi için, gerekli izni hükûmetten aldık. Artık düğmeye basıp, üretime geçme zamanı gelmişti. 16 Eylül 1964 tarihinde de, Türk halkını, kendi ülkesinde üretilen Coca Cola ile tanıştırdık.

Üretime geçmeden önce, İstanbul'un en büyük reklâm ajanslarından, Eli Acıman'ın sahibi olduğu Manajans'a yoğun bir reklâm kampanyası yaptırdık. Gazetelerde yayınlanan reklâmlarda, Coca Cola kapaklarının içinde 400 bin liralık çeşitli ikramiyeler olduğunu ilân edip, şişe kapaklarının içine, çok sayıda buzdolabı, radyo, plâk ve yüz binlerce şişe bedava Coca Cola isimleri yazdırmıştık. Kapaklardan, bu isimleri bulan talihliler, sürpriz bir şekilde ikramiye kazanacaklardı. Şişesi 60 kuruştan satılacak olan Coca Cola reklâm kampanyasının adına da, "Gizli Define" demiştik. (http://www.kenthaber.com/Arsiv/Haberler/2007/Mart/23/Haber_217500.aspx))

MHP’den Oğuz Satıcı’ya suçlama


MHP İstanbul İl Başkanı İhsan Barutçu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı için eski İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Oğuz Satıcı’yla görüştüklerini belirterek, “Neredeyse aday olması söz konusuydu. Siyaset yapmayacağını gerekçe gösterdikten sonra, AKP’nin teklifini kabul etmesi düşündürücüdür. Bunu tasvip etmiyoruz” dedi.

http://www.milliyet.com.tr/Siyaset/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&Kategori=siyaset&KategoriID=&ArticleID=1053391&Date=30.01.2009&b=MHPden%20Oguz%20Saticiya%20suclama

Tarih böyle yazılır

Hüsnü Mahalli

Başbakan Erdoğan, İsrail Başbakanı Şimon Peres'in tavrına karşılık aldığı tutumla yalnız İsrail'e değil Batı'daki emperyalist kültüre ve mantaliteyle sahip tüm devlet ve politikacılarına tarihsel bir ders vermiştir. Sayın Başbakan bu tavrıyla Türkiye'nin CIA tarafından yönetilen bir muz cumhuriyeti olmadığını kanıtlarken aynı zamanda bir 3. Dünya ülkesi olarak Türkiye'nin 700 yıllık bir Osmanlı ve 90 yıllık bir cumhuriyetin mirasçısı olarak bölgenin ve dünyanın en önemli ülkesi olduğunu ve başkalarının hesapları ve çıkarları doğrultusunda tavır almayacağını ve hiç kimsenin de şantajına boyun eğmeyeceğini kanıtlamıştır. Sayın Başbakan bu tavrıyla ayrıca sömürgecilik mandacılık dönemlerinin çok geride kaldığının Türkiye gibi bir ülkenin hem kendi ulusal çıkarlarına hem de kendi coğrafyasında yaşayan tüm halkların ve ulusların onurunu ve çıkarını savunduğunu ve bu konuda doğru bulduğu ve inandığı her şeyi hiç kimseden çekinmeden sonuna kadar sahip çıkacağını ayrıca kanıtlamıştır. Sayın Başbakanın bu tavrıyla Türkiye hiçbir şey kaybetmemiştir. Ama Türkiye çok şey kazanmıştır ve birilerinin Türk halkına yalan söyleyerek Türkiye'nin bundan sonra Ortadoğu'da artık olmayacağını söylemesine rağmen herkes görecektir ki Türkiye'siz bu coğrafyada hiç kimse hiçbir şey yapamayacaktır ve Türkiye yalnız bu coğrafyada değil bütün dünyada prestij ve saygınlık kazanmıştır ve onurlu insanların gönlünde taht kurmuştur.

http://www.aksam.com.tr/2009/01/30/yazar/11378/husnu_mahalli/tarih_boyle_yazilir.html

24 Ocak 2009 Cumartesi

Ergenekon'a Ermenilerin de Adı Karıştı


Polis, Ergenekon soruşturması kapsamında gazeteci Ünal İnanç’ı gözaltına aldı. Ama gözden kaçan önemli bir nokta oldu.

Polis, İnanç’ı, Ankara Batıkent’teki Şirinoğlu Sosyal ve Stratejik Merkezi’nden aldı. Aynı merkezde arama yaptı.

Peki, Şirinoğlu Merkezi’nin özelliği nedir?

Bu Merkez’e adını veren, Şirinoğlu Şirketler Grubu’dur. Ana merkezi İstanbul Gümüşsuyu’dur. Grubun ana hissedarları ise Berç Şirinoğlu ve kardeşleri.

Şirinoğlu kardeşler, Ermeni kökenli kişiler ve cemaatinin önde gelen isimleridir.

Yani polisin arama yaptığı mekan, Şirinoğlu kardeşlerindir. Diğer bir deyişle polis Şirinoğlu kardeşleri de aramış oldu.

Ancak ilginç bir başka konu daha var.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK), Şirinoğlu Factoring şirketine kısa süre önce faaliyet izni verdi.

BDDK herhangi bir şirkete faaliyet izni vermeden önce MİT, Emniyet Müdürlüğü ve Mali Suçları Araştırma Kurulu’ndan (MASAK) güvenlik soruşturması yapmasını istiyor. Üç kurumda aynı yönde ve olumlu rapor verirse, BDDK genel denetiminin diğer aşamalarına geçiliyor.

MİT de, MASAK da, Emniyet de, Şirinoğlu için “temiz raporu” veriyor.

Bu durumda sormak gerekiyor: Ya BDDK’nın elindeki temiz raporları gerçeği yansıtıyor ya da Ergenekon savcısı kendi başına çalışıyor.

Devletin kurumsal olarak Şirinoğlu konusunda ikilem içinde olduğu anlaşılıyor.

Karar verilmeli; Şirinoğlu temiz mi, yoksa sakıncalı mı?

Odatv.com

http://www.odatv.com/index.php?id=14632

Serdar Akinan'dan Taraf Gazetesi'ne Akyürek Çağrısı

SERDAR AKİNAN'DAN TARAF'A ÇAĞRI

Akşam gazetesi yazarı Serdar Akinan “Güzel günler göreceğiz çocuklar...” başlıklı yazısının ikinci bölümünde liberallere bir çağrıda bulundu.

Akinan yazısında “Hrant'ın gerçek katillerini bulmak bence tek gerçek ortak hedefimiz olmalı” diyerek, Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek ile ilgili soruşturma izninin takipçisi olmaya çağırdı.

Odatv.com

İşte Serdar Akinan’ın yazısından ilgili bölüm:

“Liberal aydın tayfasının halini ise hiç düşünmek bile istemiyorum.
Bu liberal aydınlardan bir ricam var... Şayet gerçekten namuslu iseniz gelin Hrant için bir şey yapalım.
Hrant'ın gerçek katillerini bulmak bence tek gerçek ortak hedefimiz olmalı.
Başbakan'ın imzaladığı Ramazan Akyürek hakkındaki soruşturma izninin gelin takipçisi olalım.
Bu soruşturma izninin nereye varacağını, arka planında ne olduğunu bilen biliyor.
Hrant'ın gerçek katilleri bu soruşturmanın sonundaki tünelde saklıdır.
Hadi bir parça samimiyseniz bu soruşturmanın ne olduğunu, hangi aşamada olduğunu köşelerinizde ısrarla dillendirin.
Takipçisi olun.
Cemaat'in bu soruşturmayı neden manşete çekip takipçisi olmadığını düşünün.
Cemaat artık beni endişelendirmiyor.
Onlar için artık sadece endişe duyuyorum...”

23 Ocak 2009
http://www.odatv.com/index.php?id=14631

Ofer'in Gayya Kuyusuna Düşen Cahil Gazeteci


Taraf Gazetesi yazarı Amberin Zaman’ın “Antisemitizm” başlıklı yazısını, genç gazetecilerin okumalarını tavsiye ediyoruz. Zaman, Türklerdeki derin Yahudi düşmanlığını kanıtlamak için şöyle yazıyor:

“Varlık Vergisi ve 6 – 7 Eylül yüzkaralarını bir kenara koyalım İsrailli işadamı Sami Ofer’e karşı yürütülen ve Galataport ihalesinin iptaline varan karalama kampanyasını ne çabuk unuttuk.”

Zaman’ın, Ofer’e ortak olduğunu sanmıyoruz. Ancak anladığımız kadarıyla konu hakkında zerre kadar bilgisi yok. Daha da kötüsü ufak bir araştırma ya da – eğer varsa – haber kaynaklarıyla herhangi bir teması da olmamış.

Neden mi?

—Galataport ihalesi, Ofer Yahudi olduğu için iptal edilmedi. Edildiyse, bunu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yapmış olmalı. Oysa Erdoğan, Davos’ta, AKP genel merkezinde, başbakanlıktaki özel odalarda ve mümkün olduğunca gözden ırak biçimde Oferler’le defalarca “özel” görüşmeler yaptı ve bu projenin gerçekleşmesi için canla başla uğraştı. Dönemin Turizm Bakanı Erkan Mumcu’nun Milliyet gazetesinde yayınlanan açıklamalarını okursanız ne demek istediğimizi anlarsınız.

—Galataport, kamuoyu nezdinde mahkum oldu; bunun için iptal edildi. Çünkü Ofer, kamusal çıkarlara göre değil, kendi çıkarlarına göre bir proje ve ödeme takvimi istiyordu. Ofer’in çıkarlarını da toplumun çıkarı kabul etmek zorunda değildik.

—Ofer projesini ve ödeme planını kabul edilemez bulan isimlerden biri de Koç Holding’in Onursal Başkanı Rahmi Koç oldu. Koç, “(ödeme şartlarını) bilsem ihaleye şahsım adına girerdim” deyiverdi. Bu açıklama üzerine Ulaştırma Bakanı ve Başbakan sert tepki gösterdi ve Koç’ta “ağzını açamaz” hale geldi.

—Kafalardaki kurgunun “gerçek” olduğu aldatmasından kurtulmak için not ediyorum. Mesele, Yahudilikle değil, İstanbul’un en güzel kıyılarının 49 yıllığına paylaşılmasıyla ilgiliydi.

—Gelin görün ki; Koç’un çıkışı da rastlantı değildi. Belki de Ofer ile aralarında bir başka hukuk vardı ve aralarında anlaşamayınca, ilişki çatışmaya dönüştü. (Elimizde henüz yeterli delil olmadığı için bu cümleleri yumuşak geçiyoruz. Yoksa sözü edilen anlaşmazlık ve ilişki hakkında Başbakan’ın bilgi sahibi olduğunu kesin olarak biliyoruz)

—Sami Ofer’in, tek alıcı olarak Tüpraş hisselerinin “anlaşmalı fiyattan” satın alınması mevzusu ise sanırım Amberin Zaman gibi gazetecilerin boyunu aşar. Bunun için Özelleştirme İdaresi Başkanı Metin Kilci’nin Danıştay’daki dava dosyasını iyi okumak lazım. Aksi halde Kilci’yi de çok yakın Yahudi dostu ilan etmek gerekir ki; bu da makul bir yaklaşım olmaz.

—Tüpraş satışı da, Galataport ihalesi de gece yarısı pazarlıklarına konu oldu. Pazarlıkların bir tarafında Ofer diğer tarafında Maliye Bakanı Kemal Unakıtan vardı ve Unakıtan neden bu görüşmeleri gece yarıları yaptı; bir türlü açıklamadı. Belki Amberin Zaman, Unakıtan’ı arar, konuşur, sonrada stenograf olarak bizleri aydınlatır.

—Yeryüzünde Sami Ofer’den belki de en haz edilmeyen ülke İsrail’dir. Yani kendi ülkesi. Eğer İsrail hükümeti de anti semitik değilse, birinin Zim Gemicilik ihalesiyle ilgili yolsuzluk soruşturmaların da neler oldu anlatması lazım.

—Kaldı ki Sami Ofer’in Türkiye’de hali hazırda yatırımları var ve bunlar gayet iyi para kazanıyor. Zaman’a, Ofer’in Kuşadası Limanı ve Park Otel'inin hissedarlığını da araştırmasını öneririz.

Bu yazıya da vakit ayırdık ama pişman değiliz. Maksat genç arkadaşlara faydamız olsun.

Barış Terkoğlu

Odatv.com

Abdülkadir Aygan'ın "derin"leri!..

Kim olduğunu biz bilemeyiz... Bildiğimiz, PKK kurşunu ile felç olan Albay Kırca’yı kahrından intihar ettirdiğidir.
Onun sözleri ile “Kürtçü bir kan davası” sürdürülmüş ve Albay Kırca’dan PKK ile savaşının hesabı sorulmuştur...
Evet, onun sözleriyle...
Sözlerinin ne kadar kıymet-i harbiyesi vardır?.. Ondan yola çıkılarak Albay Kırca ve bazı öteki devlet görevlileri hakkında ağır mahkûmiyetler isteniyordu.
Abdülkerim Kırca’nın kimliğini, sözlerinin dirliğini test etmek mümkün. Teknoloji, iştigal seyrine ulaşılmayı sağlıyor. O zaman da görülüyor ki, bu adamın ağzından çıkan çok ilginç beyanlar var. Üzerinde nedense pek durulmayan beyanlar!..
Buna göre...
DTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş, devletle derin ilişkileri olan bir kişi!.. Hadi bakalım buna da inanın!.. Abdülkadir Aygan, bir keresinde şöyle demiş, “JİTEM şimdiki milletvekili Selahattin Demirtaş için bilgi toplayıp faili meçhul listesine koydu. Artık ‘götürülmesi’ an meselesi. Son anda MİT haber yolladı. ‘Dokunmayın. Bizim adamımızdır’ diye.”
Kendi camialarında bu durum yayılmış. Yayılınca da Demirtaş ile Aygan arasında polemik çıkmış. Abdülkadir Aygan, bu konuda yazılı açıklama yapıp şöyle demiş; “Kimseyle kişisel polemiklere girmeye de niyetim yok. Ancak bazı insanların ipliği pazara çıkınca beni ‘iftiracı’olarak ilan ediyorlar.”
Selahattin Demirtaş’a gelince; kendisi bazı tarihler veriyor. Peki ben de soruyorum; hangi tarihte evlendiniz?
Abiniz veya kardeşiniz fark etmez, evlenmenize yardım amacıyla Abdülhekim Güven’den para aldı mı, almadı mı?
Verdiğiniz tarihlere göre; 2000 yılından önce Diyarbakır’da avukatlık yapmamışsınız! Halbuki ben, sizi 1998-1999 yıllarında Diyarbakır’da gördüm. Kaldı ki bir JİTEM’ciden para yardımı almanın avukat olup olmamanızla ilgisi yoktur.
Benim ve Abdülhekim Güven’in “tetikçilik” yaptığını söylüyorsun.
Sizler her dönem işinizi yürütürsünüz, askerlikten yırttığınız gibi.
Olan garibanlara olur.
Tekrarlıyorum; sizi veya abinizi veyahut kardeşinizi Abdülhekim Güven’den para alırken görmedim. Fakat; ben, Abdülhekim ve kardeşiniz mi, abiniz mi her kimse (nüfus memuru değilim ki yaş tahlili isteyeyim) üçümüz orduevinin bitişiğindeki restoranın teras katında oturmuş rakımızı içiyorduk.
Hekim benimle üçüncü şahsı tanıştırdıktan sonra, onun duymayacağı şekilde kulağıma; “Bu adam Selahattin Demirtaş’ın kardeşidir. Selahattin evlilik hazırlığı yapıyormuş. Maddi durumu iyi değilmiş, kendisine verilmek üzere bir miktar parayı düğün hediyesi olarak kardeşine verdim.”
Demirtaş bu açıklamaları reddediyor.. Ben niye ciddiye alıp yazıyorum.. Bu adamın sözleri Albay’a yönelik olunca, “retçilerin” linç kampanyasında gönüllü olduklarını hatırlatmak için..

Asıl çete...
Şu sıralar, gazete ve TV haberlerini ibretle izliyoruz...
PKK’nın taşeronu, uluslararası mafyanın tescilli uyuşturucu kaçakçıları, millete “İnfaz edilen Kürt işadamları” olarak sunuluyor, bunların kan davaları, ele geçirilen medya odaklarında da yürütülüyor!.. (Bu uyuşturucu baronlarının aile efradında mevcut nesillerin TBMM dahil, siyasetin etkin koltuklarında da oturduklarını vurgulamakta fayda vardır) Uyuşturucu ticaretinin saadet zincirinde hem devleti hem milleti satan çetelerin devlet içerisindeki ahlaksızlıkları yerden yere vurulurken, aynı çetenin içerisinde öteki kolu oluşturan, PKK adına hareket eden kaçakçı aileler “Mağdur demokrasi savaşçıları” olarak sunuluyor... Bu mafyatik ilişkilerde, paranın paylaşımından çıkan kavgalar sonucu yok edilen uyuşturucu baronları “Faili meçhul kurbanı hak arayışçıları” diye millete yutturuluyor...



Özel birim var haberi yok
Oldu mu “arkan sağlam” olacak. 2001 yılı ile ilgili üç-beş satır ok kendisini gösterince Mesut bey “yandaş” kanallarda meseleyi kendisine göre izah fırsatı buldu... Aynı kanal Tantan’a yanaşmadı (patron korkusu mu?!)
Mesut Yılmaz, “2001 sorgusu için” şöyle dedi: “Sorgulanmasıyla ilgili bana hiçbir bilgi verilmemiştir.” İddialar havalarda uçuşuyor, generaller çeteci ilan ediliyor, “özel ilgilendiği birim” Mesut Yılmaz’a olan biteni yansıtmıyor!.. Kim inanır?!!

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/a_haberdetay.php?hityaz=6875

Ergenekon'da yeni karar: "Ergenekon Terör Örgütü ifadesi doğru değil"


'Ergenekon' davasının 41. duruşmasında mahkeme heyeti, 'Ergenekon Terör Örgütü'nün varlığının ancak yargılama sonucunda açığa kavuşacağından hareketle, örgütün var olduğu yönündeki ifadeler yerine 'iddia olunan' tabirinin kullanılması için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan girişimlerde bulunmasının istenmesine karar verdi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya verilen aranın ardından mahkeme heyetinin aldığı kararlar, Başkan Köksal Şengün tarafından açıklandı.

EMNİYET VE MİT 'BÖYLE BİR ÖRGÜT YOK' DEDİ

Kemal Kerinçsiz'in ' Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ)' tabirinin kullanılmasına ilişkin suç duyurusunda bulunulması talebini değerlendiren mahkeme heyeti, görülmekte olan dava açılıncaya kadar 'Ergenekon Terör Örgütü' isimli herhangi bir örgütün olup olmadığının ilgili birimlere sorulduğu ve bulunmadığı yönünde cevap alındığına dikkate alarak, bu durumda böyle bir örgütün varlığının ancak yargılama sonucunda açığa kavuşacağı sonucuna vardı.

Mahkeme heyeti, böyle bir örgütün var olduğu yönündeki ifadeler yerine 'iddia olunan' tabirinin kullanılması konusunda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılarak Emniyet Genel Müdürlüğü resmi internet sitesi, yazılı ve görsel basın-yayın organları ve Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı nezdinde gerekli yasal girişimlerin yapılmasının istenmesine karar verdi.

http://haber.gazetevatan.com/Ergenekonda_yeni_karar/219745/1/Gundem

'AKP'yi Fethullah Gülen yönetiyor'


Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş'tan sert eleştiriler

Sözcü Gazetesi'nde "Susurluk'un ve Ergenekon'un maskesi düşüyor" başlıklı bir yazı dizisine başlayan Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş dünkü yazısında "Bakanlıklara ve çok önemli kurumlara ABD'nin güdümüne girmiş bazı yöneticilerin atandığını savunarak, Derin devletin nasıl dejenere dildiğini yazmıştı. Bugün devam eden yazı dizisinde Savaş, "Türkiye Cumhuriyeti'nin çökertilmesi için başka güçlerin de devreye sokuldu." diyor.

Necip Hablemitoğlu, şu gerçeği vurgulamıştı: "Yönlendirici ajan" statüsünde etkili bir gazeteciye ya da medya patronuna sahipseniz, yüzbinlerce okuyucu ve siyasal iktidarı doğrudan etkileyecek bir silaha da kavuşmuş olursunuz. Keza bir tarikat şeyhini satın almışsanız, yüzbinlerce müridiniz de yularından tutma ve gelecekte bir halk hareketi başlatma gücüne sahip olursunuz."(Necip Hablemitoğlu)

DEJENERE DERİN DEVLETİN AYAĞI: FETHULLAHÇILAR

Dejenere edilmiş derin devletin bir başka ayağı olan Fethullahçılar, Nurcular ve Nakşibendiler ABD tarafından destekleniyor. ABD inançlara saygısından mı bu desteği veriyor. Elbette hayır!

AKP'Yİ GÜLEN YÖNLENDİRİYOR

Şevket Kazan'ın söylediklerine bir göz atalım: "Ben AKP'de üst düzey kadrolarda bulunan arkadaşların Amerika ve Amerika'daki belli odaklarla irtibat içinde olduklarını biliyorum. Herkes biliyor. Oranın tasvibiyle hareket ettikleri, oranın hoşuna gitmeyecek bir takım davranışlardan çekindikleri açıkça gözüküyor. Bütün amaçları oradan aldıkları desteği sürdürebilmek. Bunların kafalarında oradan aldıkları destek ile irtibat kurulmadıkça iktidar olunamaz diye bir fikir var"

ABD'YE SÖZ VERDİLER

Şevket Kazan bir başka söyleşisinde, "ABD'yi yöneten Pentegon değil, Pentegon kullanılan bir organ. Geri planda neler var, çok iyi biliyorsunuz, dünya devleti, Rockefeller vs.. var... Cüneyd Zapsu'yu Recep Tayyip Erdoğan'a Korkut Özal ayarladı. Cüneyd Zapsu, uzun uğraşlardan sonra icazet tavsiye mektubu aldı. Bunlar ABD'ye gittiler. ABD bunlardan 3 konuda söz aldı. Irak'ta bana yardım edeceksiniz. Annan plan yapacak, Kıbrıs'ı vereceksiniz. Üçüncüsü de BOP'a evet diyeceksiniz.; taşeronluk yapacaksınız. Siz bunları yapacak olursanız, biz de sizi destekleyeceğiz. Biz size destek verdiğimiz zaman karşınızda hiçbir güç kalmaz."
http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?detay=AKPyi_Fethullah_Gulen_yonetiyor&tarih=24.01.2009&Newsid=219802&Categoryid=1

Sarızeybek yine ezber bozdu!

Sarızeybek yine ezber bozdu. Sarızeybek, itirafçıların askerin içine nasıl sızdığını ve işledikleri cinayetleri anlattı.

Efsane emekli Albay Erdal Sarızeybek, ezber bozmaya devam ediyor. Ergenekon soruşturdması kapsamında yürütülen operasyonlarda yaşananları bire bir anlatan Sarızeybek bu kez de TSK içindeki itirafçılar dosyasını anlattı. Efsane albayın anlattıkları ise tüyler ürpertici!

Emekli Albay Erdal Sarızeybek, itirafçıların güvenlik güçlerinin içine sızarak Türkiye'de kara para trafiğinde önemli roller üstlendiğini iddia etti. Katıldığı bir televizyon programında, bazı cinayetlerinde bizzat bu itirafçılar tarafından işlenerek, güvenlik güçlerinin üzerine atıldığını söyleyen Sarızeybek, özellikle uyuşturucu kaçakçılığında itirafçıların bölgedeki baronlarla işbirliği yaptığını ifade etti.

Sarızeybek'in programda iddialarından bazı sarıt başları şöyle:

"PKK İLE İŞBİRLİĞİ YAPTILAR"

İtirafçılık meselesi, Özal siyasetinin sonu 1 Körfez savaşanını sonu. Terör zirveye çıktığında PKK terör örgütü yoğun bir kaçakçılık işine girişti. Bundan büyük bir gelir elde etti. Bizim ülkemizin doğususunda ve batısında bulunan kaçak ağalarımız PKK terör örgütüyle işbirliğine gitti. Çünkü örgütle anlaşmadan sınırdan malı geçirmesi mümkün değil. Çünkü o İran tarafından bütün patikalara tutmuş, kimin ne mal getirdiğini biliyor. Eğer haraç vermeden geçerseniz ertesi gün sizin çocuğunu kaçırıyor. O parayı sizden mutlak surette tahsil ediyor.

"ELDE EDİLEH PARA AKLANDI"

Bu kaçaklardan doğan para ve kaçak ağalarının işbirliğişle yapılan uyuşturucu ve silah kaçakçılığından elde edilen para, Türkiye'de kara para olarak dolaşmaya başladı. Bu kara parayı ellerinde tutanlar işte kumarhaneler yoluyla mafya yoluyla bir takım örgütlenmelere gittiler.

"İTİRAFÇILAR İÇİMİZE SIZDI"

İtirafçılar işte terörün zirveye vurduğu ve kaçakçılığın zirveye vurduğu dönemde ortaya çıktı, bunlar güvenlik güçlerinin içine girdiler. Yani dedilerki ben itirafçıyım. Örgütü size deşifre edeceğim.

Operasyonlar yapıldı ve verdikleri bilgiler doğru çıktı. Başlangıçta verilen bilgiler doğru çıkınca güvenlik güçleri; polisimizde jandarmamızda bunlara güven duydu. Bunların içerisinde PKK'nın bizzat yetiştirdiği, örgütün çok üst düzey yöneticileri güvenlik güçlerinin içerisine girdi ve güven sağladılar. Bu itirafçılardan bazıları, örgütün ülke genelinde dolaştırdığı kara parayı bildiği için, kimlerin PKK'ya haraç verdiğini bildiği için bunları ranta çevirdi.

"CİNAYET İŞLEDİLER İFTİRA ATTILAR"

İşte bu itirafçılar bu kara paradan pay almaya kalktı. Kimi itirafçı bunu doğrudan yaptı. Parayı güvenlik güçleri adına aldı; ancak bundan güvenlik güçlerinin hiçbir haberi olmadı. Kimi zaman örgüt içinde infazlar oldu, bunlar itirafçılar aracılığıyla güvenlik güçlerinin üzerine yıkıldı. Bizzat itirafçılar içerisinde cinayet işleyenler oldu. Fakat bu olaylar çözülmedi. Susurluk adilane biçimde bitmiş olsaydı güvenlik güçlerimiz bu töhmet altında kalmayacaktı.



internethaber

İsrail'i eleştiren Türk öğrenci cezalandırıldı


Aynur TATTERSALL/ LONDRA, (DHA) İNGİLTERE'de ‘Türk askerleri Filistinli çocukları kurtaracak' diyen 14 yaşındaki Türk öğrenci, okul yönetimi tarafından cezalandırıldı.
Londra’nın Walthamstow bölgesindeki Kelmscott ortaöğrenim okulu 10’uncu sınıf öğrencisi Barış Can Kuş, sınıf arkadaşlarıyla sohbet ederken Türk askerlerinin Gazze'ye giderek, Filistinli çocukları kurtaracağını söyledi. Konuşmayı dinleyen Yahudi asıllı öğretmen, Barış'ı bu sözleri üzerine ‘ırkçılıkla’ suçlayarak disipline verdi. Yahudi asıllı Fen bilgisi öğretmeninin dersinde gerçekleşen olayda, sınıftaki diğer arkadaşlarının “Türkler de İsrail'e gidip savaşacakmış orada neler oluyor biliyor musun?” sözleri üzerine “Evet biliyorum. Türk askeri gidip Filistinliler'le savaşacak. Gazze'de ölen çocukları kurtaracak” dediğini söyleyen Barış, arkadaşları ile konuşmasını dinleyen öğretmeninin kendisini sınıftan hemen uzaklaştırdığını ve okul müdürüne şikayet ettiğini, sınıfta ırkçılık yaptığı için cezalandırılmasını istediğini söyledi.
Okul disiplin kurulunun hemen toplanarak kendisini 1 gün sınıftan uzaklaştırma kararı aldığını anlatan Barış Can Kuş, disiplin odasında bekletilerek cezalandırıldığını suçunun sadece arkadaşlarının konuşmalarına katılmak olduğunu iddia etti. Kuş, “Sınıftaki sohbete katıldım ve o an hissettiklerimi söyledim. Bu şekilde cezalandırmak beni çok etkiledi” diye konuştu.
Okul müdürü Lynnette Parvez, Türk öğrencinin ailesine bir uyarı mektubu göndererek, Barış Can Kuş'un sınıf içinde sarf ettiği sözlerin ‘ırkçılıkla’ ilişkisi olduğunu yazdı. Mektupta, “Barış fen bilgisi dersinde Gazze'de devam eden çatışmalarla ilgili uygun olmayan sözler sarf etmiştir. Fen dersi bu tür konuşmalara açık bir ortam sağlamamakla birlikte, Barış'ın sarf ettiği sözler direkt ırkçılıkla bağlantılıdır. Bu sebepten dolayı Barış sınıfından ve arkadaşlarından bir gün uzak kalacaktır” denildi.
Oğullarının sınıfından uzaklaştırılmasının psikolojisini bozduğunu ve olayın kendilerini olumsuz etkilediği ifade eden anne Nimet Kuş ve baba Rahmi Kuş, disiplin cezasından, okulda eğitim veren bir Türk öğretmen aracılığı ile haberdar olduklarını, daha sonra da okul müdürlüğünden mektup aldıklarını anlattı. Anne Nimet Kuş, “Okul yönetiminden böyle bir yazı geldiği zaman gözlerimize inanamadık. Her gün televizyonlarda ölen Filistinli çocukları görüyoruz ve doğal olarak evde düşüncelerimizi paylaşıyoruz. Oğlumuz da evdeki konuşmalardan etkilenmiş olabilir” dedi.
Baba Rahmi Kuş da “Barış konu açıldığı için okulda arkadaşları ile düşüncelerini paylaştıysa ve eğer yanlış sözler söylediyse öğretmenlerinin doğrusunu anlatması gerekiyordu. Oğlumuzun kötü amacı olduğunu sanmıyorum. Ama yine de konuya duyarlı olduğunu bildiğim için mutlu oldum. Kendisine hiç kızmadım” diye konuştu.
Okul müdürü açıklama yapmaktan kaçınırken, bu tür olaylarda okul disiplin kurulunun öğrenciyi haksız bulduğu durumlarda 15 güne kadar sınıfından uzaklaştırma kararı verebileceğine dikkati çekerek, bütün gerekçelerin aileye gönderilen mektupta yer aldığı ve bunun disiplin kurulunun kararı olduğunu ifade etti.
Milliyet Gazetesi

23 Ocak 2009 Cuma

Atilla Olgaç, Kıbrıs'ta elleri bağlı esiri alnından vurmuş


22/01/2009

Tiyatro sanatçısı Atilla Olgaç, Kıbrıs harekatında 10 kişiyi öldürdüğünü açıkladı

İSTANBUL - 'Kurtlar Vadisi'nin Kılıç'ı, 45 yıllık tiyatro sanatçısı Atilla Olgaç hayatıyla ilgili bir gerçeği ilk kez Gülşen Yüksel ve Müge Dağıstanlı'nın sunduğu 'Orada Neler Oluyor'da açıkladı.
Atilla Olgaç "Kılıç karakteriyle senaryo gereği adam öldürdük. Ama ne yazık ki bu vatan için ben gerçek hayatta 10 kişiyi vurdum" dedi. Atilla Olgaç "Askerlikte terhisime 1 gün kalmıştı. Tam o sırada Kıbrıs Barış Hareketi oldu. Beni Mersin'den Kıbrıs'a gönderdiler. Savaşın en acımasızca ve en kanlı bölümünün sürdüğü temizleme harekatında görev verdiler. Komutana 'Yapamam, adam öldüremem, ben sanatçıyım' dedim. 'Burada sanat bitti. Burası gerçek hayat, savaş. Emir verdim mi öldüreceksin' dedi. İlk öldürdüğüm çocuk 19 yaşında, esir düşmüş bir askerdi. Silahı yüzüne doğrulttuğumda yüzüme tükürdü. Alnından vurdum, öldü. Daha sonraki çatışmalarda 9 kişiyi daha öldürdüm. Öldürdükten sonra gidip karargâhta ağlıyor, ertesi gün yine öldürüyordum. Rüyamdan çıkmıyor. Uzun süre psikolojik tedavi gördüm. Bu yüzden hala et yiyemiyorum. Kan göremiyorum. Aklıma öldürdüğüm çocuklar, kokmuş cesetler geliyor" dedi.

"O lanet olası görüntü gitmiyor"

Bu acıyı 25 yıl sonra ilk kez itiraf ettiğini söyleyen Atilla Olgaç "Türkiye'de korkunç bir savaşta bulunmuş, adam öldürmüş, gazilik unvanı almış tek sanatçıyım" dedi. Atilla Olgaç sözlerine şöyle devam etti: Savaş uzun süre mesleğimi de etkiledi. Kitlendim, bir şey yapamadım. Bugün o komutanın 'Hep sahnede numaradan mı adam öldüreceksin. Silahı al da, gerçekten öldür bakalım. Nasıl oluyormuş' dediğini hatırlıyorum. " dedi.

Taraf’ın gizli finansörü Ofer mi?

sabahatin önkibar

B irkaç gündür Taraf gazetesine can suyu temin eden, yani sermaye aktaran iradenin kim ya da kimler olduğunu araştırıyoruz. Konuyla ilgili olarak bize ardı ardına bilgiler yağmaya başladı. Önceki gün Mehmet Betil ambalajı ile yapılan aktarmada NTV’nin patronu Ferit Şahenk’in olacağı iddiası ulaştı bize. Konuyu dün Şahenk’in dikkatine sunup açıklama beklerken başka bir iddia daha gündeme geldi. Buna göre Mehmet Betil’in arkasında ünlü Yahudi Ofer Ailesi varmış ve Taraf’a para desteğiyle ortaklık da bu ailenin kararı imiş. Doğruluğu ve yanlışlığı henüz belli olmayan bu iddiayı soruşturmaya devam edeceğiz. Bu arada her şeye maydanoz olan ve her türlü paraya müfettiş gönderen Maliye Bakanı, sahi bu Mehmet Betil’i niye incelemeye almıyor acaba? Belli ki Mehmet Betil, Ofer ya da Şahenk’in olmasa bile AKP’nin bilgisi dahilinde parayı Taraf gazetesine aktardı.
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/a_haberdetay.php?hityaz=6866

M Tipi özel örgüt!.

Behiç Kılıç

Ahaliyi dinlemeyi yoğun biçimde alan yapılanma 28 Şubat döneminde başladı..
Bu duruma “M-tipi yapılanma” diyebiliriz!. Nedeni basit.. Ama önce belirteyim ki bu “dinleme” Tantan’ın bakanlığı tarafından tespit edildi ve açıklandı.. Kamuoyu durumu “telekulak” diye bilir.. Tantan kaynakları, bu “dinleme” ile bazı üst rütbeli askerlerin, iş adamlarının da takibe alındığını belirtiyor...
Şimdi gelelim “M-tipi”ne...
Geleneksel güç odakları, onlarca yıldır Türkiye’nin kaymağını sıyıran krema tabakanın “Bugüne boş verin, Susurluk’a bakın” çabaları bendenizde hay-huy yapıyor!..
O zaman da diyorum ki;
Susurluk denilince ben şuna bakarım...
İktidarı kimler ele geçirmişti..?
İktidarı ele geçirenler nelere sebep olmuştu?..
Üniformalı, üniformasız iktidar sahipleri Türkiye’yi nereye getirmişlerdi?..
Vasiyi rezerv tutup sivilden başlayalım... Atanmayı “demokratik tezahür” diye sunan siyasi koltuk sahibi olanları... Kimdi?.. Mesut Yılmaz...
Kendileri şimdi şu beyanda bulunuyor; “Bana bizzat Emniyet’ten gelen bilgilere göre, Emniyet içinde ’F tipi’yapılanmalar oluyor. İstihbarat, tamamen F tipi(ymiş). Bu doğru ise, durum vahimdir. Her türlü manipülasyona açık olmak gerekir.”
Demek ki neymiş?.. Emniyet içinde bir özel yapılanma varmış ve bu doğru bir davranış değilmiş... Ne kadar haklı, böyle bir durum olmamalıdır..
İyi de... Kendileri zamanında, bizzat kendi partisinden olan İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi başta olmak üzere bazı bakanlık mensuplarının, hassas birimlerdeki emniyet müdürlerinin “Mesutçu” olarak tezahür ettiklerini söylemiyor mu?..
Devrin MİT Müsteşarı, bulunduğu kurumdan çok ona yakınlığı ile anılmadı mı?!.
Dönemin askerleri siyasi iktidarı devirip, iktidar koltuğunu ona verdiklerine göre, orada da bir birliktelik söz konusu olmuştur zaten... İlgilisi bilir, Gölbaşı tesislerinde kurulan dinleme sistemi kimin kontrolü altındaydı...
Mesut bey bize, dönemindeki “M-tipi” yapıyı anlatır mı?.. Mesela bu yapıda yer alan (o patronun bordrosundaki) medya mensuplarını falan?!.
Ve bu “M-tipi” iktidarın sebep olduğu ne derseniz.. İlk sırada bankalardan buharlaşan milli servet var...



Tantan’dan sıyıran bankacılar!..
Tuncay Güney’in son “göndermeleri” banka vurgunları ile ilgiliydi sanki.. 2001, organizedeki ifadeler, şimdi ağızlarda dolaşan “..banka soyguncularından yarım kalmış hesap sormaların devam edeceği” söylentileri ve Sadettin Tantan’ın anlattıkları üst üste konulunca ilginç sonuçlar ortaya çıkıyor.. Malum iddianamede yer alan bir tlf kaydında şu konuşmalara bakınız..
“18 .06. 2002, Saat: 08:30 Konuşanlar: Ali Vural rumuzlu BDDK Üyesi: A.V.
Engin AKÇAKOCA Dönemin BDDK Başkanı: E.A.
A.V.: Mr. Anderson aradı.
E.A.: Benimle de konuştu ne pimpirikli herif yav.
A.V.: Sadece bizi iyi tanıyor hepsi bu.
E.A.: Ben çıkıyorum.
A.V.: Sen de gel. Ne konuştunuz değerlendirip bilgi vericem bakana, sen de ara bilgi ver Mesut’a.* Salak salak konuşuyor benim canımı sıkıyor.
A.V.: Siz aradınız mı geçen gün?
E.A.: Aradım aradım.
E.A.: Unutmadan bi şeyler duydum. Şu İsviçre bankasından para getirmişsin yine. Yavrum şu işin arifesinde yapmasana şöyle şeyler. Gerçi Tantan** yok ama biri anlayacak. Peşine düşecek.
A.V.: Merak etmeyin siz bir şey olmaz. Nasıl olsa bu haberden sonra borsa düşecek biraz yolumuzu bulalım.
E.A.: Karılarla az ye oğlum parayı sen de.
A.V.: Valla yalan.
E.A.: Hadi len. Çabuk gel...”
Tantan için söylediklerine dikkatinizi çekerim...


http://www.yenicaggazetesi.com.tr/a_haberdetay.php?hityaz=6870

Birileri isterse kapımızı çalabilirler



22 Ocak 2009
Özgür ALTUNCU- Özgür ARSLAN/İSTANBUL, (DHA)
Birileri isterse kapımızı çalabilirler
Ergenekon'la ilişkisi olduğu öne sürülen Encümen-i Daniş'in bugünkü toplantısına katılmak için Moda Deniz Kulübü'ne gelen eski Genelkurmay Başkanı E. Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu, "Ergenekon'u dava açıldıktan sonra duyduğunu dile getirdi.

Kıvrıkoğlu Ergenekon'da 1 numara olduğu iddialarına ise: “Ergenekon'da suçlanan isimlerle ne tanışıklığım ne de konuşmuşluğum var” yanıtını verdi.

Bir gün kapınız çalınır mı sorusuna ise “Bilmiyorum neye göre kapı çalınır. Birilerinin düşünceleri kapımızın çalınmasını gerektiriyorsa kapımızı çalarlar" diye yanıtladı.

http://dosyalar.hurriyet.com.tr/haber_resim/encumeni_danis_banner.jpgİşte Kıvrıkoğlu’nun CNN TÜRK'ten Göksel Göksu'ya yaptığı açıklamalar:

- Ergenekon ismini dava açıldıktan sonra duydum.

- Tuncay Güney ifadesini 2003 yılından sonra vermiş. Ben anlamış değilim televizyonlardan izliyorum.

- Derin devlet diye bir şeyi ben kabul etmiyorum. Herkes derin devlete başka bir anlam veriyor.

- Encümen-i Daniş ismi doğrudan doğruya bir düşünce kuruluşudur. Hiçbir şekilde adının başka yerlerde geçmemesi lazım. Her biri devletin en üst düzeyinde görev yapmıştır, ben 47 yıl görev yaptım mesela...

- Tuncer Kılınç üye değildir. Ankara'da katıldığı toplantıyı burada katılmış gibi gösteriyor.

ERGENEKON'DA SUÇLANANLARI TANIMIYORUM

İstanbul'da yapılan toplantıya emekli büyükelçi, bürokrat ve orgeneral ve Genelkurmay eski başkanları katıldı. Genelkurmay eski Başkanı Emekli Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, “Ergenekon'da suçlanan isimlerle ne tanışıklığım ne de konuşmuşluğum var. Birilerinin düşünceleri kapımızın çalınmasını gerektiyorsa kapımızı çalarlar” dedi.

Bugün saat 13.30 sıralarında Moda'da başlaya toplantıya katılan bazı isimler arasında Sanayi ve Ticaret eski bakanı Cahit Aral, emekli büyükelçiler Fahri Alaçam, Emre Gönensay, Prof.Dr. Sefa Reisoğlu, Dışıişleri eski bakanı İlter Türkmen, Kültür eski bakanı İlhan Evliyaoğlu, MİT eski Müsteşarı Köksal Sönmez, Kara Kuvvetleri eski komutanı Emekli Orgeneral Aytaç Yalman, Genelkurmay eski Başkanı Emekli Orgeneral Necdet Üruğ, Genelkurmay eski Başkanı Emekli Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, Emekli Orgeneral Hakkı Karadayı ve Encümen-i Daniş'in başkanlığını yapan TBMM eski Başkanı Necmettin Karaduman yer aldı.

Toplantıya girişte sorularını yanıtlayan Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, ‘Ergenekon' ismini dava açıldıktan sonra duyduğunu belirtirken, “Tuncay Güney ifadesini 2003 yılından sonra vermiş. Ben anlamış değilim televizyonlardan izliyorum. ‘Derin devlet' diye birşeyi ben kabul etmiyorum. Herkes derin devlete başka bir anlam veriyor” dedi.

Emekli komutan Kıvrıkoğlu, ‘Encümen-i daniş'in doğrudan doğruya bir düşünce kuruluşu olduğunu anlatırken, “Hiçbir şekilde adının başka yerlerde geçmemesi lazım. Her biri devletin en üst düzeyinde görev yapmıştır, ben 47 yıl görev yaptım mesela” diye konuştu. Emekli Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, ‘Encümen-i Daniş'e Tuncer Kılınç'ın üye olmadığını, Ankara'da katıldığı toplantıyı burada katılmış gibi gösterdiğini söylerken, “Ergenekon'da suçlanan isimlerle ne tanışıklığım ne de konuşmuşluğum var” dedi. Kıvrıkoğlu, “Bir gün kapınız çalınır mı?” sorusuna, “Bilmiyorum neye göre kapı çalınır? Birilerinin düşünceleri kapımızın çalınmasını gerektiyorsa kapımızı çalarlar” dedi.

MİT eski Müsteşarı Köksal Sönmez de görevli olduğu süre içinde Tuncay Güney'i tanımadığını bildirirken, “Gizli tarafı olabilir mi böyle bir faaliyetin? Buraya katılan insanların gizli bir faaliyeti yok. Belli bir disiplin içinde güncel konular değerlendirilir. Bu insanlar kahve köşesinde buluşamaz ki. Bu gruptan herhangi bir kişinin Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınacağını zannetmiyorum” diye konuştu.

Dışişleri eski bakanlarından İlter Türkmen de girişte karşısında gazetecileri görünce “Hayrola darbe mi oldu?” diyerek espiri yaparken, “Gizli saklı birşey yok tabii ki. Beyin takımı olsaydık emekli olmazdık” dedi. Türkmen, “Gözaltına alınma korkunuz var mı?” sorusuna, “Bilmiyorum belki bir telefon görüşmesi vardır ama çabuk bırakırlar” karşılığını verdi.

Kültür eski bakanı İlhan Evliyaoğlu da, “Gündemimiz geçen hafta Gazze'ydi. Biz de ‘Ergenekon' diye bir konu değil. Kılıç paşa üyemiz değil” derken, “Gizemli bir toplantı olsa 15 günde bir toplanılır mı?” diye devam etti.

İşte isim isim profesyonel eylemciler

Oray Eğin

Geçmişte, özellikle sol gelenekte, Türkiye'nin aydınlar hapislere tıkıldığında, içeride seslerini duyuracak ifade kanalları yoktu, ama bir şey yapmak istiyorlardı. Bu yüzden de açlık grevlerine başladılar. 12 Eylül'ün en karanlık günlerinde ortaya çıkan bu açlık grevleri kamuoyunda çok yankı bulmuştu. İçeridekilerin dışarının dikkatini çekmesinin tek aracıydı bu grevler.

Fakat zamanla bu işler sulandırıldı, bu iş bir modaya dönüştü. Hiç hayatında içeri girmemiş insanlar arasında da tekrarlanır oldu. Bir süre sonra da unutuldu, bu ciddi eylem biçimi ciddiye alınmaz oldu.

12 Eylül'de bir de imza kampanyaları ön plana çıkmıştı. Aziz Nesin ve Yalçın Küçük'ün önderliğindeki 'Aydınlar Dilekçesi' ortalığı birbirine kattı. Önemli bir adımdı, tasvip edildi, üstelik o baskıcı dönemde bu bildiriye imza vermek de fazlasıyla cesur bir eylemdi. Anlamlıydı 'Aydınlar Dilekçesi' ve ciddiye alınmıştı.

Tabii bu işi de sulandırdık. Her iki günde bir imza kampanyaları düzenlenir oldu. İmza dilekçeleri kendisini sadece televizyon ve gazetelerde göstermek isteyenlerin PR aracına dönüştü.

Şimdi 'online' imza dönemindeyiz. Artık evlerinden çıkmasına bile gerek yok imzacıların, İnternet'ten mail grupları ya da web siteleri aracılığıyla yapılıyor bu tür kampanyalar. 'Hadi gelin bir yerde protesto edelim' dendiğinde binlerce online imzacıya kıyasla üç-beş kişi rahatını bozup gidiyor.

Tabii bütün bunların tek bir sonucu oldu: Aydın olmak anlamını kaybetti, aydın olmanın da içi boşaltıldı.

Önceki gün Hrant Dink'in ölümünün ikinci yılında Agos önündeki toplanan kalabalığı izlerken televizyonda, yine 'kadrolu protestocular'ın, bu işi artık bir meslek haline getiren 'profesyonel eylemciler'in kalabalıkta ön plana çıktığını gördüm. Her mikrofona onlar konuşuyor, eylemin içeriği fark etmeksizin her yere onlar gidiyorlar.

Eylemciliğin ve aydın olmanın içini boşaltanlara karşı bir rehber hazırlamanın o an zorunlu olduğunu düşündüm.

Kimin görevi ne?

* Murat Belge: Kanaat önderi.

* Oğuz Özerden: Üniversite eylemcisi. İkinci Cumhuriyetçi hocalara ve eylemcilere üniversitesinin kapısı her zaman açık.

* Baskın Oran: Metin yazarı. 'Ermeniler'den Özür Diliyoruz' kampanyası mimarı.

* Ali Bayramoğu-Mehmet Altan: Emekli eylemciler. Sadece televizyonlarda görünüyorlar.

* Lale Mansur: Sinemasal eylemci. Sektörü temsilen en ön plandaki prostestocu.

* Şanar Yurdadapan: İmza toplayıcı. İmza toplanan bildirilerin yüzde 90'ını onu hazırladığını görebilirsiniz.

* Elif Şafak: İmza atıcı. Sektirmeden her türlü imza kampanyasına destek veriyor.

* Zeynep Tanbay: Sivil eylemci. Ufuk Uras'la beraberliğinden beri eş kontenjanından protestocu.

* Pelin Batu: Çevre eylemcisi. 'Golf sahalarına hayır', 'Kyoto imzalansın' kampanyalarında ön planda.

* Mahir Günşiray: Mahkeme eylemcisi. Nerede bir mahkeme, kapısında Günşiray. Protestocu güruhun tiyatro kanadını temsilen.

* Ece Temelkuran: Ermeni eylemcisi. Medyayı temsilen.

* Yasemin Alkaya: Modası geçmiş eylemci.

* Harun Tekin: 'Ne olsa protesto ederim abi' eylemcisi. Önce protesto eder, sonra protesto ettiğini kendisi yapar. Müzik dünyasını temsilen.

* Yıldırım Türker: Gaz veren eylemci. 'Hadi siz gidin, ben arkanızdan geliyorum' diye herkesi protestoya davet eder, kendisi evinde oturur.

* Sezen Aksu: Konser eylemcisi. Protestocu aydınların yakın dostu.

* Nejat Yavaşoğulları: 'Anti-küresel' eylemci. Amerika karşıtı festivallerin önemli siması.

* Ercan Karakaş: Siyasel eylemci. Kampanya yapıyorsan, bu aydınların arasına katılıp kendini gösterceksin.

* Bedri Baykam: Ulusal eylemci. Siyasi görüş bakımından bu listedeki diğer eylemcilerden belirgin bir şekilde ayrılıyor.

15 maddede eylemci olmanın kuralları

1. Popüler olacaksın: Eğer şöhretin yoksa, çaptan düşmüşsen, gazetede köşe yazmıyor ya da televizyonda program yapmıyorsan imzanın da bir kıymeti yok. En azından tartışma programlarından davet almalısın.

2. Akademik eğitim şart değil: 80'lerde üniversiteden geçmiş olmanın bir kıymeti vardı, ama artık önemli değil.

3. Politik geçmiş: Olursa çok iyi, olmazsa da dert değil. 'Sonradan edinilen' bir şey bu 'politik geçmiş' artık. Hayır hayır, oksimoron değil, takılma.

4. Biraz paran olsun: Çeşitli ev partilerine, davetlere, bu imzayı konuşmak için bazı toplantılara davet edileceksin. Elinde bir şişe Corvus'la gitmen gerekir. Cezayir Restoran'da, Kaktüs'te falan hesap ödemen gerekebilir.

5. İslamcı mekanlarına uğrayacaksın: Eylemciysen Ilımlı İslam'ın temsilcileriyle de temas halinde olacaksın, nostaljik amaçla da olsa onların mekanlarına arada sırada gideceksin. Fatih'te, Balat'ta, Sultanahmet'te falan mistik havalar yakalayacaksın. Arada sırada nargilecilere gideceksin. Sıkılacaksın, yadırgayacaksın tabii ama asla belli etmeyeceksin. Görev icabı.

6. İş bağlayacaksın: Prostesto arkadaşların en büyük özelliği birbirilerine yakın sektörlerde olmalarıdır. Bir protestocu yazar, diğeri çeker, bir başkası oynar. İşleri de birbirine paslarlar.

7. İletişim sektöründe olacaksın: Eylemciler aralarında kasap, terzi, tamirci çırağı, Berberler Odası, Hamamcılar Odası mensuplarını istemezler. Bu odalarla ilgilenmezler. Medya, sinema, müzik gibi popüler kültür alanları kabul görür.

8. Her programa katılacaksın: Çağrıldığın her tartışma programına katılmayı kabul edip, kanal kanal gezeceksin. 'Vakit yok' gibi bir bahanen olamaz. Gecede birkaç kanal gezebilirsin. Programlar çakışırsa birine gecikmeli gidersin.

9. Tartışabilme kabiliyetin olacak: Bilgi sahibi olmayabilirsin ama televizyonlarda tartışma yaratabilmelisin. Ekranda konuşmayı, karşındaki yenmeyi, susturmayı, carlamayı öğrenmelisin.

10. Halkı eğitmelisin: Bulunduğun ortamda tek bir amacın olduğunu kendi kendine tekrarlayacaksın: 'Ben buraya halkı eğitmek için geldim ve bu halkın benim fikirlerime ihtiyacı var.'

11. Dedikodulara hakim olacaksın: Bütün eylemciler dedikoduya çok meraklıdır, kendi aralarında sık sık dedikodu yaparlar, dedikoduyu severler. Hem birbirleri, hem de başkaları hakkında konuşurlar. Magazini iyi takip ederler. Ancak yıllardır anlata anlata sıkılmadıkları tek dedikoduları 'Şu İslamcı yazar aslında içki içiyor'dur.

12. Erkekler bıyıksız olacak: Sakal kabuldür.

13. Semtini belirle: Sadece Cihangir, Nişantaşı ve Bebek üçgeninde oturabilirsin iyi bir eylemci olmak için.

14. Kendine özgü bir kıyafetin olacak: Sinan Çetin'in siyah kostümü, Ali Bayramoğlu'nun 'vintage' kıyafetleri, Hasan Cemal'in lacivert ceketi, Doğan Hızlan'ın papyonu gibi kendine özgü, seninle özdeşleşen bir kıyafetin olması şart. Bunu ucuza da temin edebileceğin moda eylemcisi arkadaşların olacaktır illa ki.

15. Sinema salonun Kanyon: Bütün filmleri Kanyon'da izleyeceksin, arkadaşlarının film galalarına mutlaka gideceksin, kapıdaki kameralara 'Çok beğendiğini, Türkiye'nin bugünkü ortamı için çok önemli bir film olduğunu' söyleyeceksin, arkadaşını 'cesurluğundan' dolayı kamuoyu önünde pohpohlayacaksın, kayıracaksın.

akşam

İşte Encümen-i Daniş toplantısının tanıdık simaları

İşte gizli toplantının tanıdık sinamaları

Kamuoyunda gündeme gelen Encümen-i Daniş toplantısı, Moda Deniz Kulübü'nde başladı. Toplantıya katılan eski Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, Ergenekon'da suçlanan isimleri tanımadığını söyledi

Moda Deniz Kulübü'nde devam eden toplantıya; eski Bakan Cahit Aral, eski Büyükelçi Tahir Alaçan, Emekli Büyükelçi Emre Gönensay, Emekli Büyükelçi Prof. Dr. Sefa Reisoğlu, eski Dışişleri Bakanı İlter Türkmen, eski Kültür Bakanı İlhan Evliyaoğlu, eski MİT Müsteşarı Köksal Sönmez, eski Kara Kuvvetleri Komutanı Emekli Orgeneral Aytaç Yalman, eski Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ, Nahit Özgür, Hüseyin Kıvrıkoğlu, İsmail Hakkı Karadayı, eski TBMM Başkanı Necmettin Karaduman aralarında bulunduğu çok sayıda kişi katıldı.

Toplantıya girişinde basın mensuplarının sorularını cevaplayan Hüseyin Kıvrıkoğlu, Ergenekon isminin dava açıldıktan sonra duyduğunu söyledi. Ergenekon'da 1 numara olduğu iddiasını cevaplayan Kıvrıkoğlu, "Ergenekon'da suçlanan isimlerle ne tanışıklığım, ne de konuşmuşluğum var." dedi. "Bir gün kapınız çalınır mı?" sorusuna Kıvrıkoğlu, "Bilmiyorum, neye göre kapı çalınır? Birilerinin düşünceleri kapımızın çalınmasını gerektiriyorsa kapımızı çalarlar." cevabını verdi. Kıvrıkoğlu, Encümen-i Daniş toplantısının devam edeceğini sözlerine ekledi.

ENCÜMEN-İ DANİŞ TOPLANTISI SONA ERDİ

Encümen-i Daniş toplantısı sona erdi. Toplantı sonrası üyeler herhangi bir değerlendirmede bulunmazken Başkan Necmettin Karaduman kısa bir açıklama yaptı.

Moda Deniz Kulübü'nde devam eden toplantıya eski Bakan Cahit Aral, eski Büyükelçi Tahir Alaçan, Emekli Büyükelçi Emre Gönensay, Emekli Büyükelçi Prof. Dr. Sefa Reisoğlu, eski Dışişleri Bakanı İlter Türkmen, eski Kültür Bakanı İlhan Evliyaoğlu, eski MİT Müsteşarı Köksal Sönmez, eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman, eski Genelkurmay Başkanı emekli Org. Necdet Üruğ, Nahit Özgür, eski Genelkurmay Başkanı emekli Org.Hüseyin Kıvrıkoğlu, eski Genelkurmay Başkanı emekli Org. İsmail Hakkı Karadayı, eski TBMM Başkanı Necmettin Karaduman aralarında bulunduğu çok sayıda kişi katıldı.

Toplantının ardından üyeler herhangi bir açıklama yapmadı. Encümen-i Daniş Başkanı Necmettin Karaduman, toplantıda nelerin ele alındığı konusunda kısa bir bilgi verdi. Karaduman, "Arkadaşlara medyaya yaptığım açıklamalarla ilgili bilgi verdim. Filistin meselesi konuşuldu. Diğer konu olarak da Obama'nın başkan seçilmesini değerlendirdik" dedi.






















22 Ocak 2009, Perşembe

İşte Türkiye Gladiosu'nun İslamcıları

İŞTE TÜRK GLADIO’SUNUN İSLAMCILARI

Gladio soğuk savaş döneminde doğdu. Deniliyor ki, “soğuk savaş döneminin sona ermesiyle Avrupa’da gladiolar açığa çıktı; bir tek Türkiye’de üzerine gidilmedi.” Gerçekten öyle mi? Ergenekon operasyonu Türk gladiosunu ortaya çıkarmayı mı hedefliyor?

Meselenin bir başka yönü gözlerden kaçırılmıyor mu?

Deniliyor ki, Ergenekon soruşturmasıyla Türkiye’de gladio açığa çıkarılıyor.

Keşke.

Keşke Susurluk’ta sonuna kadar gidilebilse; eski başbakanlar, eski genelkurmay başkanları, emniyet müdürleri, polisler yargı önüne çıkarılabilse.

Gerçekten Ergenekon soruşturması gladio sırrını çözebilir mi?

Zor görünüyor. Anlatayım.

Ancak öncelikle bir yanlışı düzelteyim:

Gladio, İtalya dışında hiçbir yerde aslında pek ortaya çıkarılmadı.

Soğuk savaş dönemi bitimiyle esen ılık rüzgarlar sonucu “dönemin bittiğini” vurgulamak için, gladio’nun bittiği/bitirildiği propagandaları yapıldı.

Aslında yapılan sadece; “adı şuydu-buydu” türü yüzeysel açıklamalardı. Arkası -birazcık İtalya dışında- pek gelmedi. Orada da bir yere gelindi ve hemen durduruldu.

Bu sebeple Avrupa’da hala “bizi kandırdınız” diye haberler/yorumlar yapılmaktadır. Bu konuda sayısız kitap çıkarılmıştır.

Yine de iyimserliğimizi koruyalım.

Ve hadi diyelim ki Ergenekon soruşturmasıyla Türkiye’de gladio ortaya çıkarılıyor.

Peki, kim bu Türk gladiosu?

Yandaş medya için gladio; askerlerden, ulusalcı/ milliyetçilerden ve bazı solculardan oluşmakta.

Hadi askerleri biliyoruz; NATO konsepti/stratejisi gereği özel harp yapılandırılmasına gidildi.

Yine biliyoruz ki bu yarı militer güç zamanla siyasetin aracı haline getirildi. Darbeleri meşrulaştırma çalışmalarında kullanıldı vs.

Bunlar biliniyor. Fakat gladio konusunda pek bilinmeyenler de var…

Örneğin bazı yazarlar ısrarla “sol gladio”dan bahsediyor. Bilgiye dayalı değil yazdıkları; tahmin ediyorlar!

Kimileri, fırsat bu fırsat deyip olayı kişisel intikama dönüştürmüş durumda.

Benim üzerinde asıl durmak istediğim konu bu değil.

İki nokta gözden özellikle kaçırılmak isteniyor.

PKK ve gladio ilişkisi üzerinde de duruluyor; ama nedense Barzanici Kürtlerin gladio ile teması var mı sorusu hiç dile getirilmiyor? Neden?

İkinci nokta:

Yandaş medya gladionun “İslamcı ayağıyla” neden ilgilenmiyor? Gladio’nun İslamcı kadrosu hiç hatırlanmak istenmiyor.

Solcularla kimler savaştı; Dolmabahçe önlerinde olduğu gibi genç devrimcileri kimler bıçakladı? Maraş’ta, Çorum’da “Aleviler camiye bomba attılar” provokasyonlarına kimler ortak oldu?

Anti-komünist yapılanmalar olan, MTTB, İlim Yayma Cemiyeti, Komünizmle Mücadele Derneği’nde gladio mensupları yok muydu sanıyorsunuz?

Örneğin Komünizmle Mücadele Derneği kurucusu bir cemaat liderinin bugün CIA ile çok yakın olması kafalarda sorular doğmasına neden olmuyor mu?

Bakınız elinizde bilgi belge olmadan yayın yaparsanız, konu karanlık olayları açığa çıkarmaktan öteye taşınır; mesele bulanır. Komplo teorileri havada uçuşur.

Sonra birileri çıkıp, “CIA gölgesindeki gladiocu cemaat, ulusalcı sol ve sağı tasfiye ediyor” deyiverir!

O çok bildik tavırlarla ahkam kesmeyi bırakıp sadece bildiğini ortaya çıkarmalıdır.

Örneğin:

Yandaş medya –nedense yıllar sonra- madem merak duymaya başladı bu işlere, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu cinayetleri; Gazi mahallesi, Madımak yangını provokasyonlarıyla başlasın. Dikkat ediniz bu kanlı olayların hepsi soğuk savaşın bittiği 1990 yılıyla başladı. Tesadüf mü?

Meraklılarsa, İslami Hareket Örgütü’nü kimlerin, neden kurduğunu araştırsınlar. Aksi halde yapılanlar tıpkı Susurluk’ta olduğu gibi kafaları karıştırmaktan öteye gitmez.

Demem o ki, meselelere ne intikamcı duygularla, ne de at gözlüğüyle bakılsın.

http://www.odatv.com/index.php?id=14576

22 Ocak 2009 Perşembe

Bekir Kalyoncu-ABD-İran-Ergenekon


MUVAZZAF KORGENERAL TEHLİKEDE Mİ?

Bugüne kadar Ergenekon’da pek çok emekli ve muvazzaf asker gözaltına alındı. Ancak halen görevde bulunan herhangi bir generale dokunulamadı.

Dokunmak mümkün mü?

Gazete gazete dolaşıp, söyleşi veren yandaş köşe yazarlarına bakılırsa bu mümkün.

Dokunulursa neden dokunulur?

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hiç bilinmeyen İran ilişkileri nedeniyle olabilir mi?

Gelin birlikte karar verelim…

Yandaş medyanın, geçen hafta, ismini dillendirdiği bir general oldu: Korgeneral Bekir Kalyoncu.

Dedikodulara vesile olan kişi ise eski özel harekatçı İbrahim Şahin. Polis, Şahin’i Ergenekon davası kapsamında gözaltına aldı. Şahin de ifadesinde, Kalyoncu’nun kendisine terörle mücadele için kurulması öngörülen yeni müsteşarlıkta görev teklif ettiğini ileri sürdü.

Sonra…

Olay, - yandaş gazetelerde - rastgele seçilmiş başlıklarla şöyle yansıdı:

- Şahin'in adını verdiği General Ergenekon'da daha önce de gündeme geldi (Star)

- Bekir Kalyoncu esrarı (Sabah)

- Kalyoncu Paşa'nın ismi 'karargâh evleri'yle duyuldu (Zaman)

- O Korgenerali Savcı da istedi (Taraf)

Odatv.com, kimseyi hedef göstermeyeceği gibi bir asker üzerinden de spekülasyon yapmaz. Ama Kalyoncu ismi ısrarla gündeme getiriliyor ve bize de “neden” sorusunu sormak düşüyor.

1) Kalyoncu henüz korgeneraldir, kuvvet komutanlığı için de süresi vardır. Ancak Kalyoncu’ya, bugünden geleceğin Genelkurmay Başkanı gözüyle bakılıyor.

2) Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Başkanlığı’na hazırlanırken, - şimdilerde unutulan - Şemdinli iddianamesinde “çete kurmak”, “görevi kötüye kullanma” gibi pek çok atılı suçla yüz yüze geldi. Büyükanıt, isnat edilen suçların işlendiği dönemde 7’inci Kolordu komutanıydı. Bu kolordu, PKK’yla mücadelede en seçkin birliklerin başında geliyor ve bugünkü komutanı da Kalyoncu’dur.

3) PKK’ya karşı sınır ötesi operasyon konusunda Amerika’yla sinir harbi yaşandığı dönemde, "Şartların olgunlaşması halinde uluslararası anlaşmalardan doğan haklar kullanılarak sınır ötesi operasyon yapılabilir" açıklamasını yapan asker, Kalyoncu’dur. Kalyoncu, o dönem Genelkurmay Harekat Başkanı’dır.

4) Bundan 6 yıl önce Süleymaniye’de 11 Türk askerinin ABD'li askerler tarafından müsadere edilmesi olayında, Amerikalılarla sert müzakereler yürüten isim de, Kalyoncu’dur.

5) Ve gelelim bam teline… İlk defa Odatv.com’un yayınladığı bilgilere göre; İran ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasında “ilk ilişkiyi tesis eden” isim de, Kalyoncu’dur.

İran kuvvetlerinin Türk Silahlı Kuvvetleri ile birlikte “eşzamanlı ve koordineli” olarak Kandil’deki PKK üssünü bombaladığı ilk operasyon 2006 baharında gerçekleşti.

İki ülke silahlı kuvvetlerinin PKK’ya karşı izlediği “müşterek strateji” Genelkurmay Başkanlığı’ndan Korgeneral rütbesindeki bir subayın Tahran ziyaretinin hemen ardından uygulamaya konuldu.

Türk Korgenerali İran Silahlı Kuvvetleri’yle görüştükten birkaç gün sonra İran, PKK’nın Zeli ve Kandil kampları civarına uzun menzilli füze saldırısı ve topçu ateşleri yaptı. Saldırı yapılan kampların koordinatları da bizzat söz konusu korgeneral tarafından İran’a iletildi.

İşte, o Korgeneral Kalyoncu’ydu.

İran ve Türkiye’nin PKK’ya karşı “müşterek harekatın” yasal dayanağı, 2004’te imzalanan bir anlaşmaya dayanıyordu.

Anlaşmaya imza koyan isimler - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve İran Cumhurbaşkanı Birinci yardımcısı Muhammed Rıza Arif’in gözetiminde - İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Şehabettin Harput ve İran İçişleri Bakan Yardımcısı Ali Asgar Ahmed oldu. Anlaşmanın adı ise 10’ncu Mutabakat Zaptıydı.

Bilmem anlatabiliyor muyuz?

Belki birileri Kalyoncu’ya İran cezası kesmeye niyet ediyordur.

Odatv.com

21 Ocak 2009 Çarşamba

Dünyaya hakim olacak ülke

2050 yılına yönelik öngörüler açıklandı. İşte Türkiye hakkındaki ilginç tespitler...

ABD'nin saygın stratejistlerinden Friedman, 2050'de Rusya ve Çin'in dağılacağını, Avrasya'nın kontrolünü ise Türkiye ve Japonya'nın ele geçireceğini ileri sürdü. ABD'yi de 2090 yılında Meksikalılar ele geçirecek..

Teksas merkezli bir strateji danışmanlık firması olan Stratfor'un sahibi polemikçi ve analist George Friedman, Obama'nın yemininden 1 gün önce ABD'nin başkenti Washington'da 21. yüzyıla ilişkin kehanetlerini açıkladı. "The Next 100 Years: A Forecast for the 21st Century" (Önümüzdeki 100 yıl: 21 yüzyıl için tahminler) isimli bir kitabı da bulunan Friedman soğuk kanlı tahminlerde 21. yüzyılda ABD'nin dominant rolüne devam edeceğini öngörüyor. Friedman uçurumun kenarında olduğu öngörülen ABD'nin aslında yükselişine yeni başladığını öne sürüyor. Frideman'ın yazdığı, kitapta ise birkaç ilginç bakış açısı bulunuyor. Buna göre ABD ilk önce düşmanlarını küçümseme daha sonra da abartma eğilimine giriyor. Rusya tekrar silahlanıyor. Çünkü bir millet için zengin ve güçsüz olmak tercih edilemez.

YÖRÜNGEDEKİ PEARL HARBOUR

Bu tahmine göre yüzyılı yönlendiren iki önemli gerçek bulunuyor: Amerika'nın dünyadaki okyanusları ve özellikle düşük nüfus yoğunluğuna sahip bölgeleri domine etmesi. Bu bakışa açısına göre Friedman "Büyük Adam" ekolünü görmezden geliyor. Dolayısıyla da politik liderlerin zaferlerine çok az ilgi gösteriyor. Friedman her ülkenin büyük stratejisinin DNA'larına derin bir biçimde işlediğine inanıyor. Friedman yüksek teknolojili savaşın yüzyılın ortalarında Japonya'nın ABD'ye uzayda bulunan kumanda merkezine Şükran Günü'nde sinsi bir saldırısı ile başlayacağını iddia ediyor. Buna da yörüngedeki Pearl Harbour ismi verilmiş. Sonuçta da ABD bu saldırıdan yara almasına karşın modern silahlarını ve endüstriyel gücünü kullanarak düşmanın hakkından gelmesini başarıyor. Friedman, ABD'nin her zaman gereğinden fazla tepki verdiği tespitine de kitabında yer veriyor.

Friedman'ın öngörülerine göre neler olacak;

* 2050'de Rusya ve Çin dağılmış olacak. Türkiye ve Japonya ise Avrasya'nın kontrolünü ele geçirerek Amerika'ya meydan okuyacaklar.

* Birinci Uzay Savaşı'nda ABD zafer kazanacak.

* Çin'de ekonomik yavaşlama ve bölgelerarası gelir dağılımı adaletsizliği problemleri artıracak.

* Rusya ise 2015'te Sovyet Bloku'nu tekrar inşa etmeye çalışacak. Ancak 2. Soğuk Savaşı da yine benzer nedenlerle kaybedecek. Fakat bu süreç daha hızlı olacak.

* Cihatçı Müslüman dünyası bölünmeler nedeniyle Avrupa ve Asya üzerinde hegemonya kurma amacına ulaşamayacak.

* Amerikan egemenliğinin ne zaman biteceği konusuna ise Friedman 2090 olarak cevap veriyor. 2030'da Meksikalılar nüfustaki çoğunluğu ele geçirecekler. 1848 yılında ayrıldıkları topraklara geri dönecekler. Etnik bakımdan karışık bir sınırda ABD ve Meksika, Almanya ile Fransa'nın yaşadığı Alsace and Lorraine krizine benzer bir kriz yaşayacaklar. Ayrılıkçı bir Meksika partisi, ordunun sadık olmayan birimleri ile terörizmin tüm yöntemlerini kullanarak Kuzey Amerika'nın hegomonyasını ele geçirecek.


http://www.bugun.com.tr/haber.aspx?id=51423&title=2050de-dunyaya-hakim

20 Ocak 2009 Salı

'F-Tipi' polisin gizli gündemi

Oray Eğin

Hem polis hem de yazar, dezenformasyonun önemli isimlerinden Önder Aytaç ve şaibeli komiser Emrullah Uslu yeniden sahnede. 10. Dalga soruşturmalarıyla beraber yine 'içeriden' birtakım iddiaları dillendiriyorlar ve ortamın bulandırılmasına her zaman olduğu gibi katkı sağlıyorlar.
İkili son yazılarında, Tuncay Güney'in ifadelerini meşrulaştırmaya girişmiş.
Ama ondan önce bu ifadelerin alınma sürecinin irdelenmesi gerekiyor.
Bilindiği kadarıyla Emniyet'e Güney'e dair bir ihbar geliyor, ancak İstihbarat Dairesi önemli olmadığına karar veriyor. Ancak daha sonra, Adil Serdar Saçan onu 'oto kaçakçılığı'ndan içeri aldığında, bunu bahane edip, İstihbarat Şubesi'nin ihbarlarını ona soruyor. Bu dört DVD'lik set işte o sorgunun özeti. Güney'in sorgusunda İstihbarat elemanları bulunmuyor, daha sonra da İstihbarat Dairesi bu ifadelerle ilgilenmiyor.

Çünkü Güney'in söylediklerini gerçeklikten uzak, deli saçması olarak değerlendiriyorlar, onun güvenilir olmadığına kanaat getirip takipsizlik kararı veriyorlar. Bugün Ergenekon soruşturmasının temelini oluşturan Güney'in ifadeleri o zaman ciddiye alınmıyor.

Delil olarak bile değerlendirilmiyor ve ta ki 2004'te Adil Serdar Saçan'ın özel kasasından çıkınca yeniden gündeme geliyor. İstihbarat Şubesi o zaman kararını vermişti halbuki ama bugün koca bir soruşturma bunun üzerine kurulu.

Ancak önemli bir detay var: O zamanki Emniyet üyeleri tasfiye ediliyor ve yerlerine yeni bir ekip geliyor.
İşte tam da bu aşamada iki saibeli komiserin yazısı anlam kazanıyor.

Bakın ne buyurmuşlar Taraf'ta:
'Eğer o dönemin aydınlatılmasını istiyorsak, o dönemde Ergenekon dosyasına bakan birim başta olmak üzere tüm İstihbarat Şubesi'nin pasif kılınması için, siyasi çabaların olup olmadığı da kesinlikle incelenmelidir, değil mi? Örneğin o dönemde İstanbul İstihbaratı'ndan sorumlu müdürler, neden, kim tarafından, nasıl, niçin ve hangi gerekçelerle İstanbul dışına gönderildiler.'

Lafı dolandırmaya gerek yok. Emniyet'te o dönem yaşanan tasfiyeyi Mesut Yılmaz'a bağlamaya çalışıyor şaibeli komiserler. Yılmaz'ın özel çabasıyla bunun gerçekleştiğini ima ediyorlar. Oysa çok ciddi bir bilgi kirliliği yaratıyorlar ve konuyu çarpıtıyorlar.

Şu anda o dönemin İstihbaratı'nı hedef göstermelerinin altında yatan sebep o kadar belli ki. Bir kere, Tuncay Güney'in o zaman ciddiye alınmamasını hazmedemiyorlar.
Daha da önemli nedense geçtiğimiz günlerde Mesut Yılmaz'ın yaptığı açıklamalar. Eski Başbakan, Emniyet içinde ciddi bir Fethullahçı örgütlenme olduğundan söz ediyordu. Nitekim Aytaç ve Uslu'nun Fethullah Gülen Cemaati'yle organik bağları olduğu biliniyor. Mesela Aytaç'ın babası Cemaat'in avukatı, bu kadar yakınlar. Önder Aytaç adlı şaibeli komiser Fethullah Gülen için 'aileden biri.' Yazıyı bu bilgiler ışığında okumak gerekiyor.

Mesut Yılmaz'ın açıklamaları şu açıdan da önemli: Devlette ikinci adamlığa kadar yükselmiş birinin ağzından duyuyoruz bu F-Tipi örgütlenmeyi. Bu bakımdan daha da ciddiye alınması gerekiyor.
Tuncay Güney gibi ne olduğu belirsiz birinin sözleri üzerinden büyük soruşturmalar yürütülürken, eski Başbakan Yılmaz'ın söylediği bu çok önemli örgütlenmenin üzerine gidilmemesi doğrusu ilginç.
Acaba üzerine gidecek birim mi kalmadı?
Konuyu belki de Tuncay Güney ifadelerinin o zaman neden ciddiye alınmayıp, şimdi itibar gördüğüne bağlamak gerekiyor.
Şöyle bir sonuca varılabilir mi: Ne zamanki Emniyet'te tasfiye yaşandı, o zaman F-Tipi kadrolar başa geçti ve Cemaat'le ilişkisi olduğunu gizlemeyen Tuncay Güney'in açıklamaları böyle gündeme geldi.

'Eylül sayısı' belgesel oldu
Hazır konu Emrullah Uslu'dan açılmışken, Utah'tan bahsetmemek olmaz. Ama bu sefer Uslu'nun Utah bağlantısından değil. Daha eğlenceli bir gündemi var Utah'ın: Sundance Film Festivali. Robert Redford'un yıllar önce bir kayak merkezinde başlattığı bu bağımsız film festivalinde yine yapımlar görücüye çıktı, alıcılarını, dağıtıcılarını bekliyor.
Amerikan medyasında kendinden en çok söz ettiren film ise 'The September Issue' adlı belgesel. Vogue dergisinin geçen eylülde yayımlanan ve 840 sayfalık Eylül sayısının hazırlanmasını anlatıyor bu belgesel. Eylül sayısının önemi hala dergicilik tarihinin en kalın yayını olması. Bunun tam 727 sayfası da ilandı.

Belgeselciler, geçen ocak ayından başlayarak gece gündüz demeden Vogue'cularla yaşamaya başlamışlar. Bu arada nam-ı diğer 'Şeytan' Anna Wintour'u da yakından gözlemleme fırsatı bulmuşlar.
'Devil Wears Prada' kitabı ve filmi sayesinde popüler kültüre fazlasıyla mal olan Vogue yayın yönetmeni Wintour'un en 'çıplak' hali de bu belgeselde izleyicinin karşısına çıkıyormuş. Yapımcılar aylarca çekim yaptıklarını ve Wintour'un bu kadar uzun süre rol yapamayacağını, dolayısıyla belgesele en yalın haliyle yansıdığını söylüyorlar.

Ayrıca, Wintour'un Vogue'u bırakıp bırakmayacağını da bu belgeselde öğrenmek mümkünmüş. (Sabah'ın geçen Pazar ekinde bu konuyla ilgili ayrıntılı bir yazı vardı, ilgilenen bakabilir.)
Kuşkusuz, benim ilgimi çeken Wintour'un kişiliği kadar Vogue gibi bir derginin nasıl hazırlandığını görmek. Belgeseli merakla bekliyorum.


http://www.aksam.com.tr/2009/01/20/yazar/243/oray_egin/_f_tipi__polisin_gizli_gundemi.html