29 Aralık 2008 Pazartesi

"Önce Kendini Düzelt!"

"Önce Kendini Düzelt!"


-Gökhan Ulumlu-


Oğuz Atay ahlak kurallarını, halka ulaşmayan felsefi düşünceler yerine günlük olaylardan örneklerle vermeyi denedi. Gerçek karakterlerden kendi kurgusal karakterlerini yaratarak sorun nedir, ne yapılıyor, nasıl olmalı sorularına yanıt aradı. Ancak kendi kısa yaşamı boyunca bu yazılarının okunmaması onu üzüyor, basite indirgediği olayların anlaşılmamasını anlayamıyordu. Okurlara hikayelerinde niye okunmadığını bile sordu: “Okurum nerdesin?..”

Aslında çoğu yazarın değerinin sonradan anlaşılması, eserin tanıtım kaynaklarının olmamasına da bağlıdır. 30 yıllık bir zaman sürecinden sonra bugün Oğuz Atay en azından bazı çevrelerde anlaşılabilmektedir. Benim Oğuz Atay ile tanışmam da bir arkadaşımın Yıldız Ecevit’in “Oğuz Atay’da Aydın Olgusu” adlı kitabını bana hediye etmesiyle başladı. Diyebiliriz ki, çoğu değerli yazarın önemi kulaktan kulağa iletimlerle anlaşılıyor. Niye afişlerle tanıtımının yapılmadığı, niye kitapçılarda görünen raflarda bulunmadığı ise Oğuz Atay’ı okuduktan sonra anlaşılıyor. Çünkü kitaplarında yer alan “etik insan modeli” dünyada yüksek gelir sağlayan çevrelerce pek makbul karşılanmamakta. Sınıflar arası çatışmalar hiçbir çağda kaybolmadan ahlak ile çıkarlar arasında kurbanlar vererek sürüp gidiyor. Kazanan ise her zaman çıkarlar oluyor. Bu çıkarların karşısında kaybeden ahlak ise, kendini korumak adına Oğuz Atay’ın karakterlerinde izlediğimiz gibi tutunamayarak yok oluyor. Belki de kendilerini bu şekilde saf olarak korumaya çalışıyorlar. Selim gibi ya da Beyaz Mantolu Adam gibi. Ya da hayatları korkuyu bekleyerek geçiyor.

Niye böyle olmak zorunda? Ezilen kalabalık kitlelerin devamlı kaybetmesi, bu kişilerin kendilerini çıkarlar dünyasında, kendilerine elde edecekleri metaları hayalen satın almaları nedeniyle oluyor. Ezilenler, kendilerini ilk fırsatta ezenlerin yerinde görmek istiyorlar. Bunu gerçekleştirmek için bir çaba harcamak bile kişiliğin bozulmasıyla gerçekleşiyor. Bunu kabul etmeyenler, ya da bu hayale kapıldıklarını hissedenler ise kendilerince bir çözüm buluyor. Evet, bu çözüm kendilerini korumak için uygun ama peki ya dünya? Dünya kendi haline bırakılmalı mı? Mücadeleden galip çıkabilmek için bile çıkarlar tarafındaki kişilerin davranışlarını taklit etmek gerekiyor. Mesela Eylembilim’in dekanı Adnan Targa. Aldığı ek ödeneği koruma kararlılığıyla nasıl da etkiliyor öğrencileri “düzen” adına, nasıl bir ikiyüzlülükle susturuyor inandığını yapmak isteyen kızgın kalabalığı. Adnan Bey, insanların zayıf noktalarına ulaşmak için ne güzel kullanıyor zekasını. Karşısındaysa inandığı doğruları söyleyerek kaybeden bir adam. O zaman karakterler için ikilem başlıyor. Bozulmadan “çekilmeli” mi yoksa uyum sağlayarak “devam” mı etmeli? Oğuz Atay’ın karakterleri birinci yolu seçenler.

Burada toplumun hareketi de değerlendirilmeli. Shakspeare’in Julius Sezar’ı topluma karşı kendini savunurken yaptığı tartışma sırasında, düşünme eyleminden uzaklaşan insanların tartışmadaki her iki tarafın söylemini de alkışlaması günümüze ancak bu kadar güzel uyarlanabilir. Karıncalar bile yapmaları gerekeni içgüdüleriyle bulurken (deneyebilirsiniz; orta boy bir karıncanın kolunuza çıkmasına izin verin veya bulunduğu yerde üzerine sertçe üfleyin, rüzgara kapılıp gitmemek için bulunduğu yere yapışmaya çalışır) düşünme eylemini bırakan, gerçekleri görmeyi reddeden ve çıkarları için yaşayan insanlar, rüzgar ne yönden eserse o tarafa gitmeyi maharet sayar.

Peki bu rüzgara direnen azınlığın başına ne geliyor? Sadece iç huzuruna eşlik eden bir mutsuzluk. Evde mutsuz, işte mutsuz insanlar. Bu ahlaklı kitle, çıkar ve hırs dünyasında yaşamayı öğrenerek büyürken iç ikilemleri de kendileri farkına bile varmadan büyüyor. Sonuçta bu dünyanın içine girmek zorunda kalıyorlar (aksi halde sonları için bakınız Oğuz Atay karakterleri). Acemisi oldukları çıkar dünyasında yaşamak zorunda olmak, mutsuzluklarının temel kaynağı. Olduğu noktadan biraz geri çekilebilse belki de açık yolu görecek. Yine böcekler dünyasından bir örnek verelim. Bu sefer sinekleri inceleyelim. Bir sinek camın açık bölümü yerine saatlerce önünde bulunan camı vızıldayarak geçmeye çalışır. Biraz geri çekilse belki de açık pencereyi fark ederek ulaşmak istediği yere çıkabilecek. Aslında onlar bizden daha iyi durumda. Çünkü iç güdüleriyle hareket ediyorlar ve iç güdüleri cam gibi doğada bulunmayan bir maddeye karşı bihaber.

Her ne kadar kitaplarında kaybeden karakterler çoğunlukta olsa da bir umut ışığı sunmaktan da geri kalmıyor Oğuz Atay. Tutunamayanlar kitabında biraz da abartarak bir koloni yaşam tarzını “Ne Yapmalı” başlığı altında sunuyor. Ama esas olarak vardığı sonuç bence şu satırlarda yatıyor:

“Bana bugün, ne yapmalı diye soracak olurlarsa, ancak, önce kendini düzeltmelisin, diyebilirim. Bir temel ilkeden yola çıkmak gerekirse, bu temel ilke ancak şu olabilir: Kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir sorunu çözemez.” (Tutunamayanlar’dan).

Gökhan Ulumlu

1 Ekim 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder