29 Aralık 2008 Pazartesi

İstanbul Kızı Feride ya da Çalıkuşu

İstanbul Kızı Feride ya da Çalıkuşu

-Gökhan Ulumlu-


A… Nisan 20…

Aradan çok seneler geçti. Yabancı bir şehirde yabancı bir odada kendi fikirlerimle yalnız kalmak için başladığım bu gecede elim hala eski günlerdeki gibi küçük bir çocuk tavrıyla saçlarımı çekiştirmeye devam ediyor. Reşat Nuri Bey’in toprağa düşeli tam elli sene olmuş. İnsan neye tahammül etmiyor ki! Zevcesi onu görmeme ölürken bile müsaade etmedi. Otuz dört sene boyunca beni hiç hatırlamayan Reşat Bey’in ölümü için bugün hissettiklerim sükun ve tevekkül.

Diyebilirim ki Reşat Nuri Bey beni yaratırken kendisinde beni, beni de kendisinde yaşattı. Daha otuz üç yaşındaydı beni yarattığını öğrendiğinizde. Kader onun yaptıklarını bana benim yaptıklarımı da ona yaşattı. Kızı Ela Hanımı gönderdiği Dame de Sion’a beni öncü olarak gönderdi. Kızı da benim kadar yaramaz ve sörleri gevezeliğiyle benim kadar bıktıran biri miydi bilmiyorum ama hakikatle olan benzerliğim şaşkına çevirmişti beni. Reşat Nuri Bey öğretmenliğe Yeşil Bursa’da başladı diye bende öğretmenliğe orada başladım. Ya milletvekilliğine ne demeli? Çanakkale’den meclise girdi diye bana Çanakkale yolları göründü. Çanakkale’ye önce beni gönderdi sonra kendi geldi. Sırf bir süre İzmir’de okudu diye göndermedi mi beni de İzmir’e. Ya Doktor Hayrullah Bey, kendi öz babasıyla neredeyse aynı yaşta ölen Hayrullah Bey. Beni evlendirip öz babasını yaşatmadı mı benimle. Asker, kitap kurdu, varlıklı, babacan tavırları ve beni kızı gibi her kötülükten korumaya çalışarak bir fanus içinde tutma çabalarıyla hayatımı yoluna koyan Hayrullah Bey. Bu yaşam tarzına yavaş yavaş alışmıştım o nedenle müteessir değilim aksine mutlu bir şekilde hazırım ölüme. Hele bilmeden arkasından koşup gittiğim ve kavuştuğumda evlenip birkaç sene yaşatmayı becerebildiğimiz zeka ve gelişme özürlü bir çocuktan başka bir şey elde edemediğim akrabam Kamran da oğlum gibi beni bu dünyada ovalar ortasındaki bir ağaç gibi bırakıp gittikten sonra hayatımın anlamsızlığıyla daha fazla yaşamamın da bir önemi yok.

Dolabımın bir köşesinde, kırmızı kurdelesiyle, ağır ağır solup sararmaktan başka bir şeye yaramayacak zannettiğim diplomam gözümde sadece aşk yüzünden ehemmiyet kazandı, hülasa, içinde yaşadığım toplumsal çevreden sadece aşkım için, düğün gecemde ortaya çıkan elim bir olay nedeniyle vazgeçtim. Bu olayın bu kadar çok ölüme yol açacağını bilsem o siyah çarşaflı yabancı kadından öğrendiklerimle yaşamaya katlanmaz mıydım?... Kimsesiz küçük bir kızın,uçuk sarı saçlı, duru beyaz tenli, melek gibi güzel çehreli bir kızın, kızım Munise’nin bile hayatını bağışlamadı Reşat Nuri Bey. Munise gibi Doktorumu da hayatımdan çekip aldı Kamran aşkı yüzünden. Ama hakkını yememem lazım, Reşat Nuri Bey de bana, Kalender’de bir yalıda yaşamımı sürdürmek varken sevgi ve aldatılmışlık adına Anadolu’nun ucra köşelerine gitme cesareti verdi. Bu cesaretle gidip yaşadığım topraklarda beni küçük yaşlarda terk etmek zorunda kalan anne ve babamın yol açtığı okul sıralarında haylazlığa ve arkadaşlarıma karşı birazcık kıskançlığa dönüşmüş olan sevgi ve şefkat açlığım, öğretmenlik hayatımda mini mini çocuklara, öğrencilerime, karşı hoşgörü ve sevgi şeklini almıştı.

İstanbul’dan ve yitirdiğim düşüm Kamran’dan çok uzak kalmasam da hep pişmanlık duydum seçtiğim hayattan. Ancak bu ayrılık süresi içinde tesadüfler ve şansım bana gereğinden fazla destek oldu. Reşat Nuri Bey benim gibi zararsız ve iyi huylu birine karşı hep iyi insanları çıkardı karşıma. Tabii her şehirde peşime takılanlar ve onların yani küçük katibim Şahap efendi, musiki muallimi Şeyh Yusuf Efendi, zabit İhsan Bey, Reşit Bey’in büyük oğlu Cemil Bey gibilerin yüzünden benim adımın kötüye çıkması ve sık sık okul değiştirmem dışında hayatım rahat geçti o gençlik günlerimde. Reşat Nuri Bey, bu kişiler yüzünden bana Bursa’da ipekböceği, Çanakkale’de Gülbeşeker adını taktırdı. Oysa kendi hayatında kendine taktığı ateş böceği, ağustos böceği gibi lakaplar çalıştığı mizah dergisi düşünüldüğünde gayet uygundu ancak bir öğretmene, seher aydınlığı gibi berrak, kırağılarla ıslanmış nisan gülleri gibi taze iken bana verilen bu isimler nedeniyle bulunduğum çevrelerde yerin dibine geçip tanıdıklarıma görünmekten korkup kaçmak zorunda kaldım. Çarşafımın altından sadece gözlerimi gören bu erkeklerin bana bu kadar yoğun olan hayranlıklarını hiçbir zaman anlayamadım. Ya çalıkuşu adına ne demeli. “Bu çocuk, insan değil, çalıkuşu” diyen bir muallim yüzünden üzerime bir elbise gibi giymek zorunda kaldığım, serçegillerden ötücü bir kuşun adı bana hemen hemen bütün çocukların yaptığı gibi tırabzanlardan kaydığım, bahçelerde ağaçlara tırmandığım için verilmişti. Okulda tam bir haylaz, sevdiği kişiye bir hikaye içinde evlenme teklif edecek kadar hazırcevap, aşçıyı korkutmak için ocak bacalarından taş atacak kadar korkusuz, derin bir üzüntüye kapıldığında dünyayı hiçe sayar gibi kahkahalarla gülecek kadar mert ve fondanların gerçek getiriliş sebebini anlayacak kadar kül yutmaz olan ben serçelere benzer saflığım sebebiyle olacak ki öğretmenliğe başlama kararı almamla birlikte insanların her söylediğini doğru olarak kabul eden ve çabucak kandırılan biri oldum çıktım. Öğretmenlik günlerimde ortaya çıkan bu saflığımın nedeni aldığım terbiye mi, hayatla mücadele gücümün eksikliği mi, yoksa içimde yoğun olarak taşıdığım sevgi miydi bilmiyorum. Sebebi ne olursa olsun bugün bildiğim yaşadığım gerçekleri hep coşkuyla algıladığım, onları yorumlayamadığım ve sebeplerine ulaşarak genelleştiremediğimdi. Rüzgarın yönüne karşı hiç direnmeden sık sık yer değiştirmem nedeniyle görüneni, sadece görüneni olduğu gibi yansıtarak temellerindeki olayları ayırt etmeye zaman bulamadım. Her ne kadar Anadolu toprağı sayılsa da İstanbul’dan çok uzakta olmayan ve beş yılımı geçirdiğim bu değişik yerlerde armut kokulu süt üretimini saymazsak örtünmenin önemi ve erkeklere karşı tutumlar dışında pek bir örf ve adet görmedim. Çevremle uyuşmazlığım bu sınırlı noktaları aşamadı. Denizi saymazsak Bursa ile Çanakkale’nin farklarını bile anlayamadım. Zeyniler köyündekilerden farklı olarak nelerle meşguldü bu şehirlerdeki insanlar? Hayatımda çok fazla esen ölüm rüzgarları Zeyniler’in çocukları için bir oyundu. Çocukların oyunlarına ölümü katacak kadar sevmelerinde Hatice Hanımın rolünü anlayamadım. Kadınların önemsiz sayıldığı küçük köylerde Hatice Hanımın tarikat üyesi diye köyün her türlü dini törenine yakınlığını da anlamakta zorluk çektim. Neyse ki şansım (!) Zeyniler köyünde de yanımdaydı. Bu fakir köyde öğrencilerim tarlada çalışmak ya da hayvanlara bakmak zorunda değillerdi. Kimseyle çocuklarını okutması için mücadele etmek zorunda kalmadım.

Sizler beni çok sevdiniz çünkü ben kendi hayatımı anlatırken sizi hiç yormadım. Hakkımda bilmeniz ve merak ettiklerinizi hep not aldım defterime. Ayrıca kendi eğitimim sonucunda daha iyi eğitim şartları için yokluklar içinde yapmaya çalıştığım yenilikler de diğer öğretmenlere örnek olsun diye çabaladım. Öğrencilerime karşı eşitlik ilkemden vazgeçmedim, eğitimde eşitliği savunduğumdan özel okulda öğretmenliği kabul etmedim, sınıflarımı elimden geldiğince öğrencilere sevimli hale getirebilmek için süsledim, dersler arasına teneffüs koyarak çocukların okul sevgisini artırmaya çalıştım, verilen dersleri dinlemeleri için çaba harcadım ve öğrencilerime sevecen davranıp korku yerine duygu aşılamaya çalıştım.

Başımdan geçenleri sizlere bir arkadaş yakınlığıyla aktardım ve belki de en önemlisi Anadolu’yu beklediğiniz gibi munis tanıttım. Çünkü zaten ben bile gerektiği şekilde ilgilenemedim çevremdeki insanlarla. Bu nedenle de toplumun karmaşık ilişkilerini sizlerle beraber inceleme olanağı bulamadım. Toplum içindeki hayatımı, bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerini anlamak ne kelime nasıl yemekler yaptığımı, nasıl aç kaldığımı bile öğrenemediniz notlarımdan. Ne Anadolu’da hayallerini kurduğum doğal güzellikleri ne de o değişim günlerindeki toplumsal gelişmenin yönünü anlatamadım. Zaten bunları değerlendirecek kadar çok kalmadım aynı yerde. Reşat Nuri Bey sadece kendisinin çok defalar karşılaşıp çok iyi tanıdığı, boğucu varlığını sürdüren bürokrasi çarkını döndüren kişileri sizlere ayrıntılarıyla anlattı. Aslında beni de bu insanlar hakkında önceden uyarmış olsaydı keşke. Belki ben de bu insanlarla mücadele gücünü kendimde bulur, atandığım ilk merkezde iki üç yıl sürecek öğretmenlik görevimi daha iyi şartlarda sürdürür, gittiğim yerdeki toplumun ve insanların hayatları ve ilişkileri hakkında daha gerçekçi ve ayrıntılı bilgiler elde ederdim. Örneğin Bursa’daki Hacı Kalfa’m. Ermeni olmasına rağmen o dönemdeki olayları ve rahatsızlıkları hiç aktarmadı bana. Azınlığın ne anlama geldiğini onun ağzından ve o günün şartları içinde duymayı ne çok isterdim. O günlere tanık olmama rağmen yaşananları bugün başka ağızlardan öğreniyorum. Çökmeye yüz tutan Osmanlı İmparatorluğu’ndan sadece bürokrasi sorunu önüme çıkmışken oluşmakta olan yeni Cumhuriyet’in herhangi bir yandaşıyla karşılaşma olanağı bulamadım. Savaşla bile çok ilgilenmeden sadece Hayrullah Bey’in isteği ile ağır yaralı zabitlere ve neferlere yardımcı oluyordum.

Reşat Nuri Bey İstanbul’a dönüşüm sırasındaki olayları anlatırken keşke benim yazdıklarımı size aktarmaya başlamadan önce incelemeye değer görseydi. O günleri ve olaylarını da bendeki şekliyle aktarabilseydi sizlere. Son bölümlerde de Kamran’a beş yıl aradan sonra arta kalan aşkımı, onunla tekrar bir araya gelmemi sizlere benim ağzımdan aktarabilseydi ve siz o günleri de benim gözümden görebilseydiniz. Kendimi zor şartlar altında öğrenim görmeye çalışan çocuklara, savaş sırasında yaralı askerlere adamışken ve Munise’mle annelik duygularını tatmışken Kamran’a niye geri döndüğümü bilmek hakkınızdı oysa. Tabii ki sadece erişemediğim sevgili hayali değildi dönüşümün nedeni. Reşat Nuri Bey daha önce de, çocukluk anılarımı ayrıntılarıyla taşıyan notlarımı bulana kadar, o günleri kendi düşünceleriyle yazmıştı. Kim bilir çocukluğum ve de Kamran hakkında nelerden bahsetmiştir. Ama neyse ki sizler, o günleri hatıralarımın Reşat Nuri Bey tarafından düzenlenmesinden sonra, tekrar okuyabildiniz.

Hülasa, ben sadece aşk için vardım, her şeye aşk uğruna katlanıp bugün tamamen yok olmak üzereyim. Sizlerin aklında hiç hak etmediğim şekilde idealist bir öğretmenin yaşadıkları şeklinde kalmam, benim “Aşk”’tan başka bir şey olmadığım gerçeğini değiştiremez. Aldığım eğitim nedeniyle hayatla tek başına mücadele etmekten çekinmeyen bir kadın olarak karşınıza çıkarılsam da aşk ve kıskançlık huylarımı yenemedim…

Gökhan Ulumlu

8 Ekim 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder