Kuzey Afrikalı St. Augustine (M.S. 354 -- 430) Tanrı’nın Şehri kitabını, Mani dininden Hıristiyanlığa geçtikten sonra on üç yıl uğraşarak yazdı. Katolik Hıristiyan kilisesinin temellerini sağlamlaştıran, yayılması için çaba gösterenlere yol gösterici olarak bilinen Augustine'in etkisi geniştir. Bu neden ile "Azizlik" katına yükseltilmiştir.
Augustine'in kitabına konu olan şehir, Roma, Augustine'in açılarından görülmeli ve anlaşılmalıdır:
1. Roma, ilk basta bir Cumhuriyet idi. Jul Sezar (Ölümü: M.Ö. 44) Roma Cumhuriyetini kaldırdı, kendini imparator yaptı. Roma da imparatorluk oldu.
2. Roma, imparatorluğunun başkenti idi. Romalıların kendilerine özgü bir inanç düzenleri vardı. İmparatorluk olarak yayılmaya başladıklarında, diğer inanç düzenleri, uzak yerlerden Roma'ya tüccarlar ve askerler yolu ile girmeye başladı.
3. Beş değişik inanç düzeni yandaşları, Roma imparatorluğunun ruhuna islemek için birbirleri ile kıyasıya yarış etmeye başladılar.
4. Roma, Hıristiyanlığı Museviliğin yeni bir kolu olarak gördüğünden, yasaklamaya çalıştı. Hıristiyanları öldürdü.
5. Buna karşı, Hıristiyanlık Roma içinde "fakir ve aşağılanmış" olan Romalıları koruduğu ve içten desteklediği için, hız ile yayıldı.
Böylece, Augustine'in kitabı da, Hıristiyanlığın Roma’yı alıp yürümesi üzerine kuruldu. Roma imparatorluğuna Tanrının imparatorluğu gözü ile bakılmasını öneriyordu. Buradan, bütün dünyanın aşağılanmış toplumlarının yüceltilmesi de yönetilecek idi. Augustine, Tanrının Hıristiyan olusu ve görüşünün ayrıntıları üzerinde durur. Bu arada Hristiyanligin kutsal kitabi İncil üzerine kendi görüş ve yorumlarını da eklemekten kaçınmaz.
Bu arada kaydedilmesi gerekir ki, "özlenen şehir" görüşünü daha önce Atina'lı Eflatun'un (M.Ö. ? 427 - 347?) Cumhuriyet başlıklı kitabında görüyoruz. Buradaki 'özlenen,' şehrin dış görünüşü, altyapısı değil; yönetiminin kimliği, işleyişi ve kurumları. Ondan önce ele alınıp alınmadığını ise tanrıları bilir. Çünkü bu özlenen şehrin adını "Magnesia ad Meandrum" olarak vermiştir. "Meandrum" Menderes'tir; nehir'in kıvrımları anlamındadır. Magnesia ise, Eski Kuzey Yunan şehirlerinden birinin adı. Dolayısı ile, özlediği yer, "Nehirin Kıvrımlarındaki Manisa." Günümüzde Aydın ili, Germencik ilçesi, Ortaklar'a bağlı Tekinköy sınırları içinde olup, kazısı yapılmaktadır.
İngiliz edebiyatında çok iyi bilinen Camelot şehrinin gerçekten var olduğunu gösteren belge bulunmamıştır. Buna karşılık, Camelot şehrinin bir tepe üzerinde kurulduğu ileri sürülür. Roma’nın yedi tepe üzerinde olduğunu düşünceden çıkarmadan, ikinci Roma olarak bilinen İstanbul’un tepelerinin sayılıp, her birinin tarihlerinin yazıldığını ve yayınlandığını unutmayalım.
John Winthrop (O. 1649) , İngiltere’den Yeni Dünya (Amerika) ya göç eden "Puritan" ("arılaştırılmış") tanımlı İngiliz mezhebinin bir önderi idi. O da, yeni kurulmakta olan Massachusetts de Tepe Üzerindeki Şehir (1630) kitabını kaleme aldı. Amacı, Augustine'in yaptığından çok değişik değil idi. Yeni bir şehir ve yeni bir düzen kuruluyordu. Bu düzen hem inanç, hem de yönetim bakımından (Eflatun ve Augustine'in de öngördüğü gibi) diğerlerinden değişik olacak idi. Bu kitabin etkileri de büyük oldu. Yakın geçmişten iki örnek verilebilir:
John Kennedy, 1960 da Cumhurbaşkanlığına başlamadan iki hafta önce, Winthrop'un Tepe Üzerindeki Şehir kitabı çerçevesinde, ele alacağı Amerikan yönetiminin özelliklerinin ne olacağını bu kitaba göndermeler yaparak açıkladı.
Ronald Reagan, 1989 yılında (cumhurbaşkanlığından ayrılırken) yaptığı konuşmasında Winthrop'un kitabına gönderme yapmaktan kendini alamadı.
Amerika’nın gelişmesinde ve başarılarının sürmesinde, üniversitelerin yeri çok büyüktür. Yakından bakıldığında, Amerikan üniversitelerinin bir bolumu hep tepeler üzerinde kurulmuştur. Ancak yakınlarda tepe yok ise, o zaman zorunluluk gereği düz yerlerde temelleri atılır. Düz olan ilk yerleşkelerinden yıllarca sonra ayrılıp, yüz kilometre gidip bir tepe bulan üniversitelere bile denk gelinir. Bütün bunlar da, eskiden gelme inanış ve düşüncelerin bir uzantısıdır. Yerleşkeleri çok bakımlıdır. Çünkü Amerikan üniversitelerinin çoğunluğunun kurulduklarında ilk görevi (Katolikliğe ve Roma'ya karşı) Protestan Hıristiyan din adamı yetiştirmek idi.
Ancak On dokuzuncu yüzyılın son yılları ve Yirminci Yüzyılın başlarında ABD de laik araştırma üniversiteleri kurulmaya başladı; önce kurulmuş olanlar da etkilenerek çizelgelerini laikleştirdiler. [i] Birinci dünya savaşına kadar, bilim öğrenmek isteyen Amerikalı öğrenciler genellikle Almanya'ya gidiyorlardı. Doktoralarını yaptıktan sonra Amerikan üniversitelerinde görev alan öğretim üyelerinin sayısının beş binin üzerinde olduğu varsayılıyor. Eflatun'un 2500 yıl önce Atina’da kurduğu "Akademi"nin altında yatan ilkelerinin de bu değişime katkısı olduğunu unutmayalım.
Bu olaylar ve zincirlemeler Amerikan kimliğinin oluşması ve gelişmesi üzerinde düşüncelerin yenilenmesine neden olabilir. Amerikalılığın Özelliği [ii] olarak çevirebilinecek deyimi ilk kullanan bir Amerikalı değil, 1831 yılında Fransız düşünce işvereni Alexis de Tocqueville (1805 - 1859) idi. On dokuzuncu yüzyılın ortalarında Amerika’da geliştirilen ve kullanılmaya başlanan "Amerika’nın Alın Yazısı" deyimi [iii] Tocqueville'nin görüşünden esinlenmiş idi. Bu inanca göre, Amerika Birleşik Devletleri batı’ya açılarak bütün Amerika kıtası üzerine yayılması kaçınılmaz bir tanrısal buyruk idi. 1898 Amerikan - İspanya savaşı öncesi ve sonrası da bu "yarı-resmi" görüş, bütün dünyayı kapsayacak bicimde uygulanmaya başladı. İlgili söylevler ABD Temsilciler Meclisi tutanaklarından okunabilir.
Bu arada, "Amerika"nın bu görüş eğiliminin ne ilk, ne son olduğunun unutulmaması gerektiği vurgulanmalıdır. İmparatorluk kurmuş her ulus, Tuğ Bağlamış her Türk toplumu, özelliklerine göre bu tur görüşleri ileri sürmüştür. Bu genel konular üzerine yazılmış kitaplar kitaplıkları doldurur.
Ancak; bu tür görüşleri ileri suren toplumlar arasında, temelden bir ayrıcalık olup-olmadığı kolaylıkla sorgulanabilir. Bir imparatorluğun yayılma alanının engebeleri, sulaklığı; yayılma alanında oturanların kimliği, mayaları, göz ve deri renkleri; yayılma alanında bulunan öz kaynakların türleri; yayılmakta olan imparatorluğun, "yayılma alanında oturanlara oranla gücü" gibi verilerin de gözden kaçırılmaması gerekir.
Özellikle yayılma alanında oturanların gücünün ölçülmesi önemlidir. Bu güç, yalnız sayı ile belirlenemez. Mayasal köken, inançlar, eğitim düzeni bu gücün en önemli göstergeleridir. [iv] Balasagunlu Yusuf'un 1069 yılında yazdığı gibi, Beyler ellerini kılıçlarına dayamadan önce, atılabilecek çok adım vardır. Yeter ki, Düşüncelerin Kökenleri gözden kaçmasın. İstesek de, istemesek de, Düşünce İşverenlerinin doğru ya da yanlış olarak ileri sürdükleri, insanlığın yönünü değiştirir. Düşünce İşverenleri de düşüncelerini etkileyen Maya'lardan kaçamazlar. Bu Maya'lar da gerçek ya da kurgusal olabilir.
Hasan Bülent Paksoy
18 Ocak 2008
[i] H.B. Paksoy Türk Tarihi, Toplumların Mayası ve Uygarlık (İzmir: Mazhar Zorlu Holding, 1997). Yazılış Yılı: 1991
[ii] American Exceptionalism
[iii] Manifest Destiny
[iv] H.B. Paksoy, "Maya, T.A.S. " Yazılış Yılı: 1995
Profesor Hasan Bulent Paksoy'un kitaplari
YanıtlaSilhttp://vlib.iue.it/carrie/texts/carrie_books/
bulunumundan karsiliksiz okunabiliyor