Kitlesel İntihar veya Mankurtlaşma
“Mankurt”un ne demek olduğu konusunda bilgi sahibi olmayanlar için çok kısa bir açıklama ile başlayalım yazımıza. Mankurt, geçmiş zamanlarda, Asya’da birbirine düşman kabilelerden birinin, diğer kabileden bir genci kaçırarak, uzun işkencelerden sonra belleğini silmeleri ile meydana getirdikleri yeni bir kimliktir diyebiliriz. Bu işkencenin en klasik uygulaması şöyle yapılmaktadır: Kaçırılan gencin saçları ustura ile kazınır. Kafasına yeni yüzülmüş bir deve derisi geçirilerek, güneşin altında elleri ayakları bağlı şekilde yatırılır. Sadece yaşayabileceği kadar, çok az yiyecek verilir, çok az su verilir. Bu arada, kafasından çıkmaya başlayan yeni saçlar, taze deve derisinin içine doğru işler. Güneşin etkisi ile kurumaya başlayan deve derisi kafayı sıkmaya başlar. Aç, susuz, yakıcı güneş altında saçlarının ve deve derisinin verdiği acı ile genç bilincini kaybeder. Hiçbir şey düşünemez hale gelir. O an için ölüm bile o kişi için bir kurtuluştur. Ancak, sahipleri(!) buna izin vermezler. Artık o genç onların sadık hizmetkarıdır. Sahipleri ne derse onu yapar. Zaman zaman bu mankurtlara kendi annesi, babası veya kardeşlerini öldürmesi emredilir. Böyle bir emir alan mankurt hiç tereddüt etmeden emredileni yapar. Annesini, babasını veya kardeşini öldürür. Mankurt o kadar biliçsiz hale gelir ve robotlaşır ki, sadece yakınlarını öldürmekle kalmaz. Mensubu olduğu eski kültüre de düşman hale getirilir. Bütün eski değerlerini yok sayar. Ana dili, anayurdu, töreleri, tarihi her şeyini unutur. O tamamen robotlaşmıştır artık. Kısa bir açıklama ile mankurt budur diyebiliriz.
Hemen aklımıza şöyle bir soru takılıyor. Acaba şimdi de insanlar mankurtlaştırılıyor mu? Toplumumuzun içinde mankurtlar var mı? Yok canım! Böyle teknoloji ve bilim çağında, köleliğin yasaklanmış olduğu bir çağda insanlar nasıl mankurtlaştırılacak ki? İyi ki eskilerde kalmış bu uygulama. Gerçekten de çok korkunç bir insanlık suçu oluştururdu yoksa! Bir düşünsenize, oğlunuz, kızınız sizin canınıza kastedecek! Allah muhafaza. Düşünmesi bile insanı ürkütüyor değil mi?
Acaba, insan bilerek veya bilmeyerek kendi kendini mankurtlaştırabilir mi? Elde edebildiği bir takım araç gereci kullanarak, bir insan kendisini mankurtlaştırabilir mi? Yukarıda anlatmaya çalıştığımız gibi, geçmiş zamanlarda insanlar zor kullanılarak ağır işkencelerin altında robotlaştırılmış, mankurtlaştırılmıştır. Şimdiki sorumuz ise, insanların kendi kendini mankurtlaştırıp mankurtlaştıramayacağı hakkında. Bu irdelemeye tekrar dönmek üzere, şimdilerde toplumumuzda yaşanan beyin veya ruh travmalarının sonuçlarını kısa başlıklar halinde sıralamaya çalışalım:
-Yoğun televizyon dizileri bombardımanına tutulmuş insanlarımızın, dizilerdeki rolleri benimseyerek;
-Katilliğe özenmeleri,
-Bulaştırıldıkları uyuşturucu belasına para bulmak için anne-babalarının canına kast etmeleri,
-Anne-babalarına asi olmaları,
-Uyuşturucuya bağımlı hale gelmeleri,
-Sigaraya bağımlı hale gelmeleri,
-Eşlerin, hiç de zor olmadığını tv dizilerinden öğrendikleri, eşlerini aldatmaları,
-Doğumuna neden oldukları çocuklarını hiçe sayarak, gönüllerince yaşama arzusu ile boşanmaları,
-İyi bir insan yetiştirmede en büyük rol ailede anneye düşmektedir. Eğitimsiz bırakılan annelerle, yeni yetişen nesillerin idealsiz, boş, hiçbir toplumsal değere önem vermeyen, kimliksiz, kişiliksiz nesiller olarak yetiştirilmeleri,
-Halen, bir takım cemaat veya tarikatların, ısrarla kız çocuklarının okumasını engellemeye devam etmeleri,
-Toplumumuzun inancına sıkı sıkıya bağlı kesimlerini, üzerlerinden para kazanacakları bir rant kapısı gibi gören bazı cemaat ve tarikatların, İslam dinini aslından uzaklaştırıp, kendi çıkarlarına uygun hale getirerek anlatmaları,
-Son büyük Türk devleti olan Osmanlı İmparatorluğunun çökmesinden sonra, o hengamede, Türk milletinin ikinci Ergenekon’u kabul edilen Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran, büyük Türk evladı Mustafa Kemal Atatürk’ü, kendi siyasi çıkarları uğruna sahiplenmiş görünerek sömürenlerin ve sözde bunlara karşı olduğunu söyleyenlerin, lehte ve aleyhte Atatürk sevgisini sömürmeleri,
-Tek hedef, tek amaç olarak öğretilen, “paraya kavuşma” uğruna, her türlü yüz kızartıcı suçları rahatça işleyebilmeleri,
-Yasalarımız ve törelerimizce suç sayılan fiilleri düşünmeden işleyebilmeleri,
-Toplumsal ahlakta meydana getirilen çürümeye paralel olarak, toplum vicdanını rahatsız edecek ilişkileri pervasızca kurabilmeleri,
-Milletin temiz birer fidan olan, pırıl pırıl gençlerini tuzaklara düşürerek onların üzerinden kirli paralara kavuşmaları,
-Komşu ülkelerin zor durumdaki kadınlarını bin bir vaatle ülkeye getirip, kapattıkları otellerde onları zevk kölesi olarak pazarlayıp, üstlerinden para kazanmaları ve bu zavallı insanların gözünde Türk milletini, korkunç, kan emici yaratıklar konumuna düşürmeleri,
-Anayurdunun, devletinin, milletinin zararına olacak her türlü eylemi, kendisine sunulan çıkar karşılığında rahatça yapabilmeleri,
-“Bir şekilde kurulmalarına ve çalışmalarına izin verilmiş olan”,(!) “uluslararası faaliyetleri herkes tarafından bilinen” kaynaklardan beslenen, bir takım yabancı borazanı, düşman borazanı kuruluşlardan aldıkları paralar ve ödüller karşılığında, üzerinde yaşadıkları vatanın birlik ve bütünlüğüne zarar verecek her türlü eylemi yapmaları,
-Kamu adına görev yapan bazı meslek sahiplerinin, yapmak zorunda oldukları işleri yapmayarak veya zorlaştırarak, haksız kazanç elde etme yoluna gitmeleri ve böylece savunmasız vatandaşın sömürülmesi yoluyla paraya kavuşmaları,
-Tarihte eşi benzeri görülmemiş bir kurtuluş savaşı vererek yeniden kurduğumuz devletimizin, her karışı şehit kanları ile sulanmış olan topraklarının, üç-beş dolar yabancı para elde etmek uğruna, haraç mezat dünkü düşmanlarımızın, dedelerimizin kanlarını döken azılı haçlı sürülerinin torunlarına satılması,
-Petrol ve maden yataklarımızın yabancıların kullanımına sunulması,
-AB’ne girmek uğruna, nerede üst üste iki taş görülse, hemen üzerine bir kilise inşa edilmeye çalışılması,
-Bin yıldır uğruna savaşıp, canımızı verdiğimiz, kanımızı sebil gibi topraklara, çöllere saçtığımız İslam dinini, ılımlı, İsevi vs. diyerek sulandırmaları,
-Asya’yı Hıristiyanlaştırmanın ön şartı olan, Ön Asya’daki iki büyük Türk devletinden biri konumundaki Türkiye’nin Hıristiyanlaştırılmasının yolunun açılması,
-“Biz de Avrupa’da cami açıyoruz” diyerek, ülkemizin her köşe bucağına cemaati olmayan kilise binaları dikilmesine izin vermeleri,
-Her türlü misyonerlik faaliyetlerini, AB uğruna normal karşılamaları,
-Ülkemizin doğusunu bölüp, bize şimdikinden ayrı bir harita dayatan BOP gibi bir düşman projeye “eş başkan” olmakla övünmeleri,
-Ağızlarını açınca, “Osmanlı”dan başka laf etmeyenlerin, Osmanlı devletinin kurulduğu bölgedeki pek çok camisi harabe halinde dururken, minareleri adeta; “biz buradayız” diyen, birer işaret taşı gibi dimdik ayakta duran, ecdat yadigarı eserleri görmezden gelirlerken, yılda üç- beş turistin(!) maksatlı gezilerine konu olan, Akdamar adasındaki Ermeni kilisesini onarmaları,
-Binlerce yıldır bu Anadolu topraklarında kardeşçe yaşamakta olan milletimizi, en yetkili ağızların, “bilmem kaç etnik unsurdan meydana geliyor” diye tanımlamaları ve böylece, birlik ve beraberliğimizin temeline dinamit koymaları,
-Osmanlı devletinin kuruluşunda her türlü fedakarlığı yapan, Osmanlıyı kıl çadırdan saraylara taşıyan inancın, felsefenin sahibi konumundaki Alevi Türkmen kardeşlerimizi, ayrı bir etnik sınıf gibi gösterme ve milletimizi ayrıştırma çalışmaları,
-ABD’de elli iki ayrı eyalet birleştirilip, dünyanın her köşesinden onlarca milletin unsurları adeta bir potada eritilip bir Amerikan milleti yaratılmaya çalışılırken, ABD arzu ettiği için, bizim binlerce yıllık beraberliğimizin yok sayılarak, AB yetkililerin “Türk diye bir millet yoktur” zırvalarına prim vermeleri,
Yukarıdaki liste daha çok uzatılabilir. Belki bir kitap bile oluşturabilir. Bu örneklerimizin tamamı, mankurtlaştırma, mankurtlaşma felsefesinin açıklanması için yapılmıştır. Toplumun her kesimindeki insanımızın, bir etkiyle, bir yönlendirmeyle veya gönüllü olarak kendi isteğiyle mankurtlaşabileceğini göstermek istedik.
İlköğretim çağındaki yavrularımızın, kitap okumak yerine, bilgisayar oyunları ve internette zararlı sitelerde dolaşıyor olmaları,
Annelerin, çocuklarını giydirip, karnını doyurduktan sonra, okula gönderince, o çocukla ilgili bütün görevlerini yaptığını düşünerek, tv karşısına geçip bir sürü abuk-subuk tv dizisini izleyerek zamanlarını öldürmeleri,
Babaların, ailenin ihtiyaçlarını karşılayacak kadar bir kazanç sağlamaları halinde, onlara karşı tüm görevlerini yaptıklarına inanarak, kahvehanelere, meyhanelere veya internette dolaşmaya çıkmaları,
Yukarıdaki örnekler de, sadece aile bazında konuya bakışı vurgulamak için alınmıştır.
Bir devlet, çağın gereklerini yerine getirip, tebaasını korumak için her türlü önlemi almak zorundadır.
Kız çocuğunu okula göndermeyen anne baba karşısında o kız çocuğunun yapacağı hiçbir şey yoktur.
Birer mikrop yuvasına dönmüş olan internet kafeler üzerinde devlet denetimi sağlanmazsa, oraya giden gençlerimiz ve çocuklarımız her türlü kültür saldırısına açık durumda kalırlar. Bunu engelleyecek konumda da değillerdir.
Tv’lerde bir türlü sonu gelmeyen dizilere müptela hale getirilen anneler, evine, eşine ve çocuklarına ayıracağı zamanı dizilere ayırmaktadır. Böyle olunca da eviyle, eşiyle ve çocuklarıyla ilgili sorunlar yaşaması kaçınılmaz olacaktır.
Zaten çoğu eğitimsiz bırakılan anneleri, Tv gibi bir teknoloji harikasıyla eğitmek yerine, onları her türlü kültürel saldırıya karşı korumasız bırakan devlet, ancak onlar birer suçlu olarak kollarına kelepçe vurulduktan sonra onlarla ilgilenmekte, yargılayıp hapse atarak görevini yerine getirdiğini düşünmektedir. Halbuki, insanlarımızın suça itilmesinin altında yatan en önemli nedenlerden birisi, devletin tebası için gerekli alt yapıyı hazırlamamasıdır.
Tekrar başa dönersek, demek ki mankurtlaşma sadece uzak geçmişe ait bir uygulama değilmiş. Günümüzde de mankurtlaşma ve mankurtlaştırma devam etmektedir. Üstelik, geçmişte sadece gençler için yapılan bu uygulama, şimdilerde, kadın, erkek, çocuk, yaşlı ayırmadan yapılmaktadır. Bilinçli veya bilinçsiz, toplum birbirini mankurtlaştırma yarışına girmiş durumda. Basın, televizyon, internet bugünün mankurtlaştırma araçlarının en önde gelenleri. Bunlara bağlı olarak, futbol, uyuşturucu alışkanlıkları, hedefsizlik birer mankurtlaşma metodu olarak önümüzde duruyor.
Bu durumda tek başına vatandaş veya birkaç sivil toplum örgütünün yapacağı çalışma kesinlikle yeterli olmamaktadır. Devleti yönetenlerin bizzat bu konulara el koyması ve bir toplumsal intihara dönüşen bu kitlesel mankurtlaşmayı durdurması gerekmektedir. Bunu yapabilecek tek güç devlettir.
Devlet de bir aile babası gibi, sadece halkını doyurma ve giydirme ile görevinin bittiğini düşünürse, ne ana dil kalır, ne anayurt kalır, ne töre kalır ne de milli tarih bilinci kalır. Bunlara bağlı olarak ne de yönetilecek devlet kalır. Kısacası, ortada hiçbir şey kalmaz.
Böyle bir durumda, insanlar sadece yaşayabilmek kaygısıyla, hiçbir değer gözetmeden köleleşmeye razı olmak durumunda olacaklardır.
İçerden ve dışarıdan bazı çevrelerin dayattığı bu köleleşmenin, mankurtlaşmanın vebaline ortak olmak istemeyen herkesin bu konuyla ciddi olarak ilgilenmesi gerekir.
Muharrem Kılıç
İstanbul, 3 Aralık 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder