30 Aralık 2008 Salı

Ey Türk Milliyetçileri Bir Senaryonun Oyuncusuymuşuz Ya!!!

Ey Türk Milliyetçileri Bir Senaryonun Oyuncusuymuşuz Ya!!!


-Hakan Paksoy-


“Büyük bir milletin duyguları ölçülü, düzenli, devamlı olmalıdır.[1]” diyor Cemil MERİÇ merhum.

20. yüzyılın başlarında olup bitenlerden hiç ders alınmamış gibi hala; “hürriyet, adalet, müsavat” çığlıkları atılmakta, insan hakları, demokrasi, özgürlükler denilmekte, itiraz edilemez bu değerlere nasıl hangi formatta sahip olunacağını öğrenmek için, çağdaşlaşmak ve batılılaşmak için Avrupa kapıları aşındırılmaktadır. Bu kavramların ardına saklanılıp, kültürel ve inanç özgürlükleri öne sürülerek Türk milleti ayrıştırılıp, ardından da ayrılıklara yol açabilecek yeni yapılanmalara yol alınmaktadır. Arada bir de zevahiri kurtarmak için “efendim, bunlara Türk insanı layıktır, bunlar evrensel değerlerdir” denilerek bu dayatılanlara kılıflar bulunmaya çalışılmaktadır.

Camide cumhurbaşkanı ile inşaat işçisinin aynı safta olabildiği bir medeniyette; eşitlik, hürriyet, özgürlük v.s. yok diyerek “değişimi” tavsiye ederseniz en azından muhteşem bir maziye hakaret etmiş olmaz mısınız? Ama elbette birkaç yüzyıllık –en azından son yüz elli yılı pek zorlu- süreçte yaşananlara göre söylenen sözlere ve talep edilenlere meşruiyet zemini bulmak kolaydır. Peki, bütün bunlara karşı sadece: “Türk milleti yeniden Türk ve Müslüman olduğunu hatırlasa, yeniden kendi olsa ve adaleti sağlasa/adaletle yönetilse” denilse daha doğru değil midir?

İnsan hakları, demokrasi, özgürlük vs. taliplileri bütün bu vazgeçilmez değerler için, reçete olarak sunduklarının bu milleti ne hale getirdiklerinin farkında mıdırlar? Görmezler mi ki; bu ülkede yaşayan insanların kahir ekseriyeti hem harama Besmele çeker hem de -bırakın düşmanını- dostunu arkadan vurur” hale gelmiştir.

Türk milliyetçiliğinin, yüzyıla dayanan geçmişiyle bayraklaşan dergisi Türk Yurdu’nda son zamanlarda bu minval üzere seri yazılar çıkmakta, çok farklı fikirler ortaya konulmaktadır.

Bunun en son örneği “Resmi İdeoloji Sorunu (Milay KÖKTÜRK, Ekim 2008)” başlığı altında yayımlanmıştır. Yazara göre “hiç bir ideoloji masum değildir”. Yine yazara göre, bir önceki ayda yayımlanan “Kurgusal İdealizm mi, Akılcı İdealizm mi?” yazısında da “Milliyetçi kitle için tarihten idealizm türetildi. (…) Nizam-ı Âlem, Cihan Hâkimiyeti gibi tarihte var olup olmadığı (…) varsa akıl düzenine uygun olup olmadığı (…) tartışmalı olan idealler (…) hiçbir zaman erişilemeyecek nitelikteki idealler bireyin erdemli varoluşu veya tarihin mirası diye sunulursa, hem gerçeklik algısı, geçmiş algısı hem de gelecek tasarımı uçuk olmaktan kurtulamaz. Çağımız ise Don Kişot’ların değil ayakları yere basan bireylerin başarı çağıdır” denilmektedir.

Geçerliliği kendinden menkul, başarı şartına bağlanmış bir idealizm tasavvuru, yani başarısız olan ideal yanlış, kurgusal ya da akılcı değil, sadece başarılı olan akılcıdır.

Başarı ya da gerçekleştirilebilme şartına bağlanan doğru… Hitler başarsaydı doğru olacaktı…

Ülkücüler başaramadı… Çünkü idealleri akılcı değildi… Kurgusaldı…

Birilerinin kurguladığı oyunu oynadılar…

Ey insaf neredesin?

Türk Ocakları Tüzüğünün (Yasasının) 2. Maddesi, derneğin ülküsü başlığı altında “ Dernek, milli kültürün (hars), ahlak ve fikir hayatının geliştirilmesi, milli birliğin kuvvetlendirilmesi, toplum yapısının sağlamlaştırılması ve Türklüğün yüceltilmesi amacıyla kurulmuştur. Kısaca “ Türk Milliyetçiliği” olarak da adlandırılan bu amaç, Derneğin “Milli Ülkü (Mefkûre)” südür.”[2] demektedir.

“Hiçbir ideoloji masum değildir”. Elbette herhangi bir kişi, fikir ya da davranış masum değilse suçludur veya daha geniş bir bakış açısından; tehlikelidir, marazidir, sakıncalıdır, potansiyel olarak zararlıdır. Masum ya da zararsız olandan yana olmak veya masum olmayana karşı çıkmak insanlığın da toplumun da hayrınadır. Eğer yazarın bu hükmü doğru kabul edilecek olursa bu sonuçtan Türk Ocaklarının ideolojisi/ülküsü/mefkûresi vareste tutmak mümkün müdür?

Elbette böyle bir fikir ileri sürülebilir ancak bir şartla; Türk milliyetçisi, Türk ülkücüsü, Ocaklı olmamak şartıyla. Çünkü herhangi bir insan bile hem masum olmayan hem de kurgulanmış (uydurulmuş, dolayısıyla bir uyduran-kurgulayan vardır) bir senaryonun oyuncusu olmayı ret etmelidir. Kaldı ki bir Türk Milliyetçisi bu hususta hiç kimseden de geride değildir.

Bu şartlarda söylenenler ve yazılanlar medeni bir fikir beyanı olarak kabul edilebilir hiç şüphesiz. Bu fikirlere katılır ya da katılmazsınız. Ciddiye alınıp cevap verir ya da ciddiye almayıp cevap vermezsiniz. Ancak; bu yazılanlar Türk Ocakları’nın bir asra yaklaşan geçmişinde çok önemli bir hizmet aracı olan Türk Yurdu dergisinde yayımlanıyorsa ortada dikkate değer bir durum var demektir. Hele bu yazılar, adına sayfaların renklendirildiği, bu renk tahsisiyle Ocak için özellikli ve özel oldukları –zımnen- beyan edilen, hissettirilen kişilerden gelirse durum daha da ciddileşecektir.

Ocak Genel Başkanı’nın “Kürtçü bir ayaklanmadan”[3] bahsettiği konjonktürel konumda, Türk milliyetçiliğinin “kurgulanmış bir senaryonun uygulayıcısı olduğunu, bu senaryoda kurgulanmış ideallerinin militanları tarafından kutsanmış olduğunu”, mealen -ve neredeyse- helvadan yaptıkları, daha da önemlisi başkalarının yaptığı, putlara tapan müşrikler mesabesine indirildiğini yazmak ciddiyeti katmerli hale getirmektedir.

Hasbelkader Türk milliyetçiliği devlet tarafından benimsenmiş olsaydı vay halimize; “Yıkın Kartaca’yı”, ama çok şükür ki Türk milliyetçiliği Türk Ocaklarının “resmi ideolojisi”…

Buraya kadar sözümüz öncelikle yazının yayımlandığı zemine ve Dergi’nin yayın politikasınadır. Derginin “renkli sayfalarının”, Yazı İnceleme Kurulu tarafından incelenmeden yayıma girdiği üzerine düşüncelerimiz yoğunlaşmaktadır. Ama elbette, yazılanlara karşı fikrimiz ve söyleyeceklerimiz olmalıdır ve vardır.

Yukarıda söylediklerimizi bir an için yok sayıp, ülkenin içinde bulunduğu şartları görmezlikten gelip “Dergi hür tefekkürün kalesidir”[4] diyerek yazılanları değerlendirmek mümkündür.

Öncelikle; binlerce yılın süzgecinden geçerek gelen bir milletin sahip olduğu, İslam’la taçlandırdığı irfanına; eksik, çağdaşlaşması gerekiyor demek anlaşılabilir bir yaklaşım değildir. Hâlbuki mensubu olduğumuz millet kendisi dışındaki bütün milletler tarafından az ya da çok övgülerle saygı duyulduğu tarihe nakşedilen bir millet değil midir? Başka toplumların beğenisini, saygısını ve övgüsünü kazanmak çok mu kolay zannedilir? Böyle bir millete “ siz medeni değilsiniz” demek ne büyük bir haksızlıktır.

“Hiçbir ideoloji masum değildir (…) o temel kabullerini, ne pahasına olursa olsun mutlaka gerçekleştirilmesi gereken doğrular olarak tanımladığı için (…) hoşgörüsü yoktur (…)” diye yazılmakta ve arkasından “Bir ideolojinin; ideoloji olarak üstüne de devletçe desteklendiğinde ‘resmi ideoloji’ olarak ne kadar zararlı ve yıkıcı/durağanlaştırıcı/özgürlüğü yok edici/toplum ve kültür dünyasını katılaştırıcı olduğundan” dem vurulmaktadır.

Böyle bir yorum salt materyalist ve pozitivist bir yaklaşımla doğru kabul edilebilir ve ancak tarih şuuru, milliyet şuuru, kişilik (milli) şuuru olmazsa bu yorum zorlanabilir. Fakat tarih şuuru, milliyet şuuru ideolojilerin peşinden giderken de şarttır ideolojilere karşı çıkarken de şarttır…

Atatürk; “Fikri hür, irfanı hür ve vicdanı hür nesiller” demiş, Ziya Gökalp, Kızıl Elma şiirinde “fikri milli, irfanı milli, vicdanı milli” diye yazmıştır. İki Türk dâhisinin birbirini tamamlayan mükemmel özdeyişleri doğru rotamızda doğru bir şekilde ilerlememizi sağlayacak deniz fenerleri değil midir? Böyle mükemmel yol aydınlatıcıları varken yeni, farklı ve bize “el” olan usuller ne kadar doğru olacaktır?

Devlet ve hürriyet yan yana yaşayamaz mı? Niçin neo-liberaller amansız devlet karşıtıdırlar? Devleti bireyin boğazında bukağı, ayağında pranga olarak mı görürler?

Kanuni’ye “Kavlimiz bu muydu hünkârım?” diyen büyük denizci Turgut Reis bir cihan hükümdarının karşısında olduğunun ve O’na ne dediğinin farkında olmadığı mı düşünülmektedir?

Evet, ben Türk Devletini kutsuyorum. Devletim kutsal ve benim devletimin kutsiyeti benim için vazgeçilmezliğinden geliyor. Ancak “Ben” bu devletin aynı zamanda “Şerefli ve hakları olan” bir bireyi ve vatandaşıyım da… Bu ikisi arasında denge kurmaya çalışmaktansa “Kahrolsun devlet yaşasın birey” ya da “Kahrolsun birey yaşasın devlet” demenin bir manası olmasa gerek. Düzenlenmemiş ve birbirine mütecaviz hürriyetler manzumesi ancak “kaos” doğurur. Kaos hürriyetlerinin gaspını ve ortadan kalkmasını da beraberinde getirir. Hâlbuki “Ben’im Devletim” hürriyetlerimin de garantisidir.

Ayrıca; Müslüman zaten hürdür. Allah’tan başkasına kul olmamak üzere yaratılmıştır. Hatta “Kadere dahi mahkûmiyet yoktur.”[5] Allah insana irade kullanma özgürlüğü vermiştir. Ülkücü “böyle bir insan” olarak yaratıldığına iman eder. Dolayısıyla, her şeyi, imanı ve onun yoğurduğu irfanın terazisine vurur. O’na aykırı hiçbir şey olamaz.

Batıda; din ile hürriyet kavgasında, kavgayı hürriyet kazanmıştır. Kavganın sebebi kilisenin toplum hayatındaki mutlak ve tartışılmaz hegemonyasına karşı duruştur. Kazanan hürriyettir, ancak kazanan taraf olmanın doğal sonucu olarak mağlubun tam karşısında yer almış yani seküler bir şekle bürünmüştür. Bu mücadelede Batı, olmayan bir şeyin kavgasını vermiştir. Elbette olmayanı elde etmek için kavga da edilir savaşta, ancak Türkler; medeniyetlerinde hürriyeti ve adaleti sağlamış bir milletirler. Camide, Cumhurbaşkanı ve hamal yan yana namaz kılmış, cihan hükümdarı kadı karşısında yargılanabilmiştir. Dolayısıyla, aranan adalet ve adil yönetim olmalıdır.

Toplumsal kontrolü yapılmayan özgürlükler başıboş kalmış demektir. İşte bu toplumsal kontrolün adı devlettir. Milletin iradesinin toplandığı ve bu iradeyi yine o milletin alışkanlıkları doğrultusunda kullanan bir aygıttır devlet. Ne zaman temsil ettiği milletin alışkanlıklarına, kültürüne, medeniyetine ters ve onların dışında hareket ederse işte o zaman sıkıntı ortaya çıkar. Bu aykırılıklar arttıkça sıkıntı büyüyecektir.

Son söz yine Cemil MERİÇ’ten: “Kahramanlık hatada ısrar etmemektir” der merhum.

Hakan Paksoy

18 Aralık 2008


[1] Cemil MERİÇ, Bu Ülke, İletişim Yayınları, 23. Baskı, S. 109

[2] Türk Ocakları Tüzüğü, Türk Yurdu Yayınları: 89, S. 3

[3] Nuri GÜRGÜR Türk Ocakları Resmi Web Sitesi, Etnik Fitnenin Anatomisi, 20 Ekim 2008

[4] Cemil MERİÇ, Bu Ülke, İletişim Yayınları, 23. Baskı, S. 100

[5] S. Ahmet ARVASİ, İnsanın Yalnızlığı, Babıali Kültür Yayıncılığı, 2. Baskı, S. 64

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder