30 Aralık 2008 Salı

Devletini/Milletini Arayan Millet/Devlet

Devletini/Milletini Arayan Millet/Devlet


-Yağmur Atsız-


Herkesin öfkesi burnunda ve herkes herkesi sayıyla kendine gelmeye dávet ediyor. Pek ümîdim yok ama belki tozun dumanın bir mikdar yatışmasına katkısı dokunur düşüncesiyle bir iki noktaya dikkat çekmek istiyorum. Toz duman yatışırsa en azındasn yumruğu nereye salladığımızı biliriz. Çünki insanın kendi çenesine kroşe patlatması muhtemelen márifetdir ama makbûl márifet sayılmaz.

Önce yaşı müsáid olanlara bir sual:

Son 40 yıl boyunca sizin kaç subay komşunuz oldu?

Tuhaf, değil mi? Benim de hiç olmadı.

Oysa ondan evvelki yılları düşününce aklıma en az altı yedi subay geliveriyor. Aralarında teğmeni/üsteğmeni de vardı binbaşısı, albayı da...Hattá bir de general hatırlıyorum: Fahri Paşa...Tümgeneral Fahri Özbakan...

Bu subaylar golf molf oynamazlardı. Záten o sıralar o oyun Türkiye’de bilinmezdi. Ama akşamüstleri mahallede bizlerle voleybol oynarlardı. Sonra yine bizlerle ve ebeveynlerimizden bázılarıyla bezik oynarlardı. Yaz akşamları cümbür-cemaat bahçe sinemasına veyá Süreyyá Plajı’na giderdik. Orada bekár olanları yine mahallenin kızlarıyla dans ve flört ederlerdi. Maltepe’nin o yıllarki Orduevi (Biz subay gazinosu derdik.) şimdiki gibi azgın kurt köpekleriyle ve silahlı nöbetçilerle korunmazdı. İskele Meydanı’na yakın, deniz kıyısında, damı geniş bir taraça şeklinde, ama mütevázı bir bináydı. Eğer mehtablı gecelerde, o vakitler henüz saatde bir kamyon ancak geçen Bağdad Caddesi’nden Dragos’a yürümezsek o taraçada toplanır ve şiirler okurduk. Daha sonraları 27 Mayıs’ın ‘Haşarı Yüzbaşısı’ sıfatıyla temeyyüz edecek olan Üsteğmen Nûman Esin, ki Bigalı’ydı, arada enfes zeybekler oynayarak gönülleri şádederdi. O genç subaylardan biri de, adı lázım değil, birkaç sene daha sonra şu máhut ‘11 Mart Komplosu’ içinde yer almış, ama ‘12 Martçılar’ tarafından canına okunmuşdu. Demek nüve mevcudmuş. Ama benim bahsetdiğim zamanlarda o subaylar henüz bizim Halûk Ağabeyimiz, Ziyá Ağabeyimiz, Nûman Ağabeyimiz ve sáireydiler.

Sonra yavaş yavaş hayátımızdan çekildiler. Artık komşularımız, voleybolde takım arkadaşlarımız, rakı masası yárenlerimiz, bézique’de chouette’lerimiz değildiler.

Sanki giderken yolda bir şeyler kayboldu...

Şark’ın ezelî hastalıklarından biri kıdemi gerçek beceri ve bilgelikle karıştırmasıdır. Oysa insan bir şeyi 50 yıl da yanlış yapabilir. Fátih Konstantanıyye’yi fethetdiği zaman 20 yaşındaydı. Mustafa Kemál Paşa Büyük Zafer’i kazandığı 1922 Yılı’nda henüz 41 yaşındaydı. Çünki akıl, beceri, bilgelik yaşda değil başdadır.

Ve Açılmayan iki şey ölümcüldür:

Paraşüt ve zihin...

Yağmur Atsız

19 Ekim 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder