Hem polis hem de yazar, dezenformasyonun önemli isimlerinden Önder Aytaç ve şaibeli komiser Emrullah Uslu yeniden sahnede. 10. Dalga soruşturmalarıyla beraber yine 'içeriden' birtakım iddiaları dillendiriyorlar ve ortamın bulandırılmasına her zaman olduğu gibi katkı sağlıyorlar.
İkili son yazılarında, Tuncay Güney'in ifadelerini meşrulaştırmaya girişmiş.
Ama ondan önce bu ifadelerin alınma sürecinin irdelenmesi gerekiyor.
Bilindiği kadarıyla Emniyet'e Güney'e dair bir ihbar geliyor, ancak İstihbarat Dairesi önemli olmadığına karar veriyor. Ancak daha sonra, Adil Serdar Saçan onu 'oto kaçakçılığı'ndan içeri aldığında, bunu bahane edip, İstihbarat Şubesi'nin ihbarlarını ona soruyor. Bu dört DVD'lik set işte o sorgunun özeti. Güney'in sorgusunda İstihbarat elemanları bulunmuyor, daha sonra da İstihbarat Dairesi bu ifadelerle ilgilenmiyor.
Çünkü Güney'in söylediklerini gerçeklikten uzak, deli saçması olarak değerlendiriyorlar, onun güvenilir olmadığına kanaat getirip takipsizlik kararı veriyorlar. Bugün Ergenekon soruşturmasının temelini oluşturan Güney'in ifadeleri o zaman ciddiye alınmıyor.
Delil olarak bile değerlendirilmiyor ve ta ki 2004'te Adil Serdar Saçan'ın özel kasasından çıkınca yeniden gündeme geliyor. İstihbarat Şubesi o zaman kararını vermişti halbuki ama bugün koca bir soruşturma bunun üzerine kurulu.
Ancak önemli bir detay var: O zamanki Emniyet üyeleri tasfiye ediliyor ve yerlerine yeni bir ekip geliyor.
İşte tam da bu aşamada iki saibeli komiserin yazısı anlam kazanıyor.
Bakın ne buyurmuşlar Taraf'ta:
'Eğer o dönemin aydınlatılmasını istiyorsak, o dönemde Ergenekon dosyasına bakan birim başta olmak üzere tüm İstihbarat Şubesi'nin pasif kılınması için, siyasi çabaların olup olmadığı da kesinlikle incelenmelidir, değil mi? Örneğin o dönemde İstanbul İstihbaratı'ndan sorumlu müdürler, neden, kim tarafından, nasıl, niçin ve hangi gerekçelerle İstanbul dışına gönderildiler.'
Lafı dolandırmaya gerek yok. Emniyet'te o dönem yaşanan tasfiyeyi Mesut Yılmaz'a bağlamaya çalışıyor şaibeli komiserler. Yılmaz'ın özel çabasıyla bunun gerçekleştiğini ima ediyorlar. Oysa çok ciddi bir bilgi kirliliği yaratıyorlar ve konuyu çarpıtıyorlar.
Şu anda o dönemin İstihbaratı'nı hedef göstermelerinin altında yatan sebep o kadar belli ki. Bir kere, Tuncay Güney'in o zaman ciddiye alınmamasını hazmedemiyorlar.
Daha da önemli nedense geçtiğimiz günlerde Mesut Yılmaz'ın yaptığı açıklamalar. Eski Başbakan, Emniyet içinde ciddi bir Fethullahçı örgütlenme olduğundan söz ediyordu. Nitekim Aytaç ve Uslu'nun Fethullah Gülen Cemaati'yle organik bağları olduğu biliniyor. Mesela Aytaç'ın babası Cemaat'in avukatı, bu kadar yakınlar. Önder Aytaç adlı şaibeli komiser Fethullah Gülen için 'aileden biri.' Yazıyı bu bilgiler ışığında okumak gerekiyor.
Mesut Yılmaz'ın açıklamaları şu açıdan da önemli: Devlette ikinci adamlığa kadar yükselmiş birinin ağzından duyuyoruz bu F-Tipi örgütlenmeyi. Bu bakımdan daha da ciddiye alınması gerekiyor.
Tuncay Güney gibi ne olduğu belirsiz birinin sözleri üzerinden büyük soruşturmalar yürütülürken, eski Başbakan Yılmaz'ın söylediği bu çok önemli örgütlenmenin üzerine gidilmemesi doğrusu ilginç.
Acaba üzerine gidecek birim mi kalmadı?
Konuyu belki de Tuncay Güney ifadelerinin o zaman neden ciddiye alınmayıp, şimdi itibar gördüğüne bağlamak gerekiyor.
Şöyle bir sonuca varılabilir mi: Ne zamanki Emniyet'te tasfiye yaşandı, o zaman F-Tipi kadrolar başa geçti ve Cemaat'le ilişkisi olduğunu gizlemeyen Tuncay Güney'in açıklamaları böyle gündeme geldi.
'Eylül sayısı' belgesel oldu
Hazır konu Emrullah Uslu'dan açılmışken, Utah'tan bahsetmemek olmaz. Ama bu sefer Uslu'nun Utah bağlantısından değil. Daha eğlenceli bir gündemi var Utah'ın: Sundance Film Festivali. Robert Redford'un yıllar önce bir kayak merkezinde başlattığı bu bağımsız film festivalinde yine yapımlar görücüye çıktı, alıcılarını, dağıtıcılarını bekliyor.
Amerikan medyasında kendinden en çok söz ettiren film ise 'The September Issue' adlı belgesel. Vogue dergisinin geçen eylülde yayımlanan ve 840 sayfalık Eylül sayısının hazırlanmasını anlatıyor bu belgesel. Eylül sayısının önemi hala dergicilik tarihinin en kalın yayını olması. Bunun tam 727 sayfası da ilandı.
Belgeselciler, geçen ocak ayından başlayarak gece gündüz demeden Vogue'cularla yaşamaya başlamışlar. Bu arada nam-ı diğer 'Şeytan' Anna Wintour'u da yakından gözlemleme fırsatı bulmuşlar.
'Devil Wears Prada' kitabı ve filmi sayesinde popüler kültüre fazlasıyla mal olan Vogue yayın yönetmeni Wintour'un en 'çıplak' hali de bu belgeselde izleyicinin karşısına çıkıyormuş. Yapımcılar aylarca çekim yaptıklarını ve Wintour'un bu kadar uzun süre rol yapamayacağını, dolayısıyla belgesele en yalın haliyle yansıdığını söylüyorlar.
Ayrıca, Wintour'un Vogue'u bırakıp bırakmayacağını da bu belgeselde öğrenmek mümkünmüş. (Sabah'ın geçen Pazar ekinde bu konuyla ilgili ayrıntılı bir yazı vardı, ilgilenen bakabilir.)
Kuşkusuz, benim ilgimi çeken Wintour'un kişiliği kadar Vogue gibi bir derginin nasıl hazırlandığını görmek. Belgeseli merakla bekliyorum.
http://www.aksam.com.tr/2009/01/20/yazar/243/oray_egin/_f_tipi__polisin_gizli_gundemi.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder